25 Aralık 2013 Çarşamba

Metrobüsümden İnsan Manzaraları

Hayatın fragmanını sunar metrobüs bize. Hayatınız boyunca karşılaşabileceğiniz insanların minik bir tanıtımıdır. Ve işine, okuluna metrobüsle gidip gelen insanla adana kebap yiyen, arabesk müzik dinleyen, köşe başlarındaki ucuz çaycıları bilen insan yurdum insanıdır, güzel insandır. Ama en önemli kıstas metrobüstür burada. Metrobüse binmişse o tutacaklardan tutmaya gerek kalmadan sağ tarafına şişman teyzenin poposunu, sol yanına öğrencinin sırt çantasını, önüne ve arkasına genç kızların sırtını tampon yapmışsa biri hayatın tam da içindedir. ( Etrafta her zaman o kadar da zararsız insanlar bulunmaz ideal üzerinden yola çıkılmıştır. Maksat okuyucuyu kalabalığa alıştırıp fortcuları sona bırakmaktır.)

Metrobüs yoldaşlarımıza gelsin bu yazımız.

1.       Kümede bıyıklı 1,70 ve üstü boyda ceket, kumaş pantolon ve kunduralı büyüklerim var. Bütün sapık, cinsel kimliğinde sıkıntı çeken “Kız erkek fark etmez abi!” diyen nefes almaktan başka insan özelliği göstermeyen insanımsılara karşı baş savunucularımızdır. “Bacım sen şöyle geç.” diye her yolculukta büyük tehlikelerden korur sizi. Ben tutunmasam da olur “Kardeş sen gel şurdan tutun.” diye bence dünyanın en büyük centilmenliğini göstermektedirler. Önümüzdeki koltuk boşalırsa bir bakışla “Geç sen otur şöyle kız başına ayaklarda perişan olma” mimikleriyle “sıkıyorsa oturma” alt metnini verir abim. Güzel yurdumun öyle abilere ihtiyacı vardır. Soyu tükenmemesi için dua ettiklerimizdendir.  

2.       Kümede nerde bir kız görsem de yanaşsam çaktırmadan diyen halk arasında “fortcu” takma adını kullanan göründükleri yerde “ayyy sapık” şeklinde ithamlarla karşılanan canım ülkemin sapkın karakterleri vardır. Onlar en tehlikeliler olarak görülse de bir dirsek hareketi ve ters bakışlarla etkisiz hale getirilebilecek kadar yorgun çıkarlar ringe.  Aldıkları tepkilerden sonra muhtemel “Abi bugün de dayak yemeden 10 kişiye yanaştım.” Şeklinde başarı öyküleri anlatmaktadırlar. 1.kümedeki delikanlı helal süt emmiş ağabeylerimizin zaman zaman kibarca(!) uyarılarına maruz kalsalar da yaptıkları işin sonuna kadar arkasında olup nedense uyarıları hep inmeden bir durak öncesinde alırlar ve tepki gördükleri an “Kaptan müsait yerde hoop!” efektini kullanamayacakları için adım adım orta kapıya doğru ilerlerler.

3.       Kümede zor aşkın sahipleri bulunur. Bunları metrobüs abisi olarak değil metrobüs çifti olarak değerlendirmekte fayda vardır zira tek vücut halinde hareket ederler, tek tutacaktan tutunurlar ve birbirlerinden başka kimseyle muhatap olmazlar. Bu çiftimiz zengin kız fakir oğlan klişesinin esas kızı ve esas oğlanıdır kafalarda (en azından benim kafamda). Kız daha önce toplu taşıma kullanmadığı ve halka karışmadığı için fakir ama gururlu abimiz “O bana Allah’ın emaneti ulan!” felsefesiyle zengin ablamızı gelebilecek bütün fort ve benzeri tehlikelere karşı kollarını çemberi andırır vaziyete getirerek emniyet şeridine alır ablamızı. Arada bu kız benim akıllı olun mesajı mı abi ben öpüyorum siz de öpün mantığıyla mıdır bilinmez narin buseler kondurur sevdiceğinin yanağına. Genç çiftimizin nikah şahidi olarak tüm metrobüs seve seve gönüllü olurken en mutlu günlerinde o güruhu aralarında görmekten hiçte memnuniyet ve onur duymazlar düşünülenin aksine.

4.       Kümede ellerinde evrak çantalarıyla seyahat eden abi ve ablalarımız vardır ki onlar iki duraklık misafirlerimizdir. Bizimle ve etrafta olanlarla hiçbir ilgileri yoktur.

5.       Küme meraklı komşu Ayşe Teyzenin yetiştirdiği güzel insanlardır. Sürekli bir merak içinde gezinen komşu Ayşe Teyze evlatları elinizdeki telefon, kitap, ders notu şeklinde devam eden listenin ne olduğunu önemsemeden özel alanınıza müdahaleden çekinmezler. Onlar için yol uzun, metrobüs sıkıcıdır. Ömrü hayatında kitap okumamış bile olsa elinizdeki dünya klasiğini merak içinde sizinle beraber okuyup bununla yetinmeyip sayfa değiştirmediğiniz zamanlarda “E hadi diğer sayfaya geç.” bakışını atmakta hiçbir mahsur görmezler. Ülkemizdeki %4 olan kitap okuma oranının meraklı teyze evlatlarının da değerlendirilmeye alınması için  TÜİK’e gönderdiğimiz ısrar mektuplarına aldığımız olumsuz yanıtlardan dolayı % 96 arasında kaybolup gitmelerine seyirci olduğumuz gruptur. 


Bir hatırlatma; bundan sonra İncirli- Zincirlikuyu arasında sürekli sizi dikizleyen biriyle karşılaşırsanız temkinli olun. Belki de bir yazının baş rolü oluyorsunuzdur ? 


2 Aralık 2013 Pazartesi

Yastıkları ıslatan şiirler, geceye emanet eder çocukları

Bir şiir düşüyor geceye
Bir şiir üşütüyor yatağımı

Bir şiir yastığıma


"Günahları için ağlayan kim varsa 
Kanatlarıyla okşar onu melekler


Boğulmaktan hıçkırıyorum
Hıçkırmaktan boğuluyorum gece
Kalbini kalbime akıtıyorum doktor
Kalbimi dua eden ellerine bırakıyorum

..Bilmez misin,atından ayrı düşen bir vezir 
Zehir gibi çoğaltır kanında yalnızlığı


..Hoşgeldiniz.Buyrun.İşte kalbim. 
Adımı unuttuğum zamanlarda RUKNETTİN'im 
Gövdesi ihlal edilmiş bir yetimim. 
Şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim. 

Benim kalbim bir ıslahevidir doktor. 
Yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde 
Benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur 
Uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde 
Kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor 
Tıkanır,ölür metropollerde.


..Ve bir aşkı ayrılığa                                 
Yakıştırabilir misiniz doktor."




Varlığına şükür ve dua ile.


02.12.2013
02:05

29 Ekim 2013 Salı

29.10.2013



Kendi ölümümü hayal etmezsem
Bunu sizden dileyebilirim.
Ya bir içimlik sigara kadar kalsın dostlar hayatımda
Ya da ilelebet yok olsunlar karanlıkta

Böylesi hepimize iyi gelecek

21 Ekim 2013 Pazartesi

Mono-di-yalog


-Kulağımda dolaşan rüzgarın zaman zaman fısıldadığını söylesem beni yine içeride garip insanların olduğu o yere gönderir miydin?

+Ne fısıldıyor rüzgar sana öyle zamanlarda ?

-“Ben her esişimde senin içinde can buluyorum, sen onlar gibi olma kıyma bana. Kıyılmış dağların esintisiyim ben. Senin ruhunda yeniden can buluyorum.” diyor.

+ Reenkarnasyon gibi mi ?

-Hayır, bu benden bağımsız. İçimde benden başka bir ses daha var gibi. Çırpınıyor aslında. İlk defa kurtulacağına dair ümidi var gibi. Hem seviyor da beni. Bunu söylemedi ama ben öyle hissettim. Kesin bu da doğrudur.

+İçinde senden başka biri daha mı var, demek istediğin bu mu?

-Sen böyle sorunca masaldaki kızı yutmuş kurt gibi hissettim kendimi. Bu gidişata göre birazdan karnımı yarman gerekecek. Hem ben kendi yatağımdan başka yatakta yatamam. Ayrıca büyükanneye de benzer tarafım yok.
Off! Amma taş kafalı çıktın sende he!
Şu odadaki tüm kitapları okudun mu ?

+ Neden merak ettin?

-Okumadıysan hiç başlama, bir bok anlamazsın sen bu aptallıkla!

+İçindeki ses diyorduk?

-Rüzgar be ne sesi! Mesela hiç yağmur damlalarının seninle konuştuğu olmadı mı? Onlar konuşsa da anlamazsın ya sen! Sahi sen ne zannediyordun bunca zaman? O canım yağmurun sadece seni ıslatmak, seni trafiğe boğmak veya ne bileyim yeni silinen camlarını sana ders olsun diye kirletmek istediğini mi? Hiç kulak vermezsiniz di mi çığlıklarına, sadece sen değil sen ve senin gibi sözüm ona akıllılar (!) Ben ve benim gibiler hassas davranınca da deli damgasını yapıştırıverirsiniz hemen.
Pardon ne demeliydim ?
Teşhisi(!)
Sizin sadece kendinizden oluşan dünyanız ne zavallı oysa.
Düşünsene, sen ölürsen hayat sadece bir pislikten kurtulacak. Dünyanın dönmesinde hiçbir etkisi olmamasına rağmen bunu o boş zihniyle yaptığını savunan bir paltoluk pislikten.
Oysa ben ölürsem, içimde can bulmaya çalışan rüzgar ölecek, damlaların çığlığı kesilecek, gökkuşağı hiç el sallayamayacak çünkü kolunu kaybedecek.
Oysa ben ölürsem dalgaların kur yaptığı kum taneciklerinin sırdaşı ölecek.

Sonra ne mi olacak?
Hayal gücü tıkanacak bu genç kızın ve konuşmamızı tamamlayamadan son verecek yazıya.
Ben ölürsem;
Seni de öldürecekler!

21/10/13
01:10

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Özgürlük Gardiyanları


Senin hiç sevdiğin oldu mu doktor? diye yanaştı hafif kavruk kız. Hiç kavuşamadığın oldu mu ? Ben çok sevdim de ondan burdayım.

-İstemedi mi ailen?

Yok ailem ses etmedi de o beni istemedi dedi. Hafif yutkundu, ben de onu istemedim. 

Özgürlüğün çığlık attığı yerde geçti bu konuşmalar. Cam çerçeve her yerdeydi nasıl özgür olsundu genç kız. Gururu ailesinin kapattığı ve tedavisinin bitmesine rağmen almaya gelmedikleri akıl hastanesinde bile sessiz sedasız devam ediyordu.

Sevseydin anlardın beni. Bana deli diyorlar ama değilim ben. Deliysem de kime ne??  Hem aşktan güzel sebep mi var delirmeye?

geleceğim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi bir şey oldu
.
ama kimse ölmedi

 Özgürlüğün demir parmakların ardında saklanmadan umarsızca ortaya çıktığı yer akıl hastaneleri. Orda herkes saf, en doğal haliyle. 

Versene bir sigara diye yanaştı ardından 22 yaşındaki güzel kız. Dostluğumuzu pekiştirmekti amacı, sigara bahane. O sizin sürekli yargısızca infaz ettiğiniz gönül eğlendirdiğiniz kızlardan yalnızca biri.

 Benim işim içki içirmek, hem paramı kazanıyorum hem de bana güzel sözler söylüyorlar mutlu oluyorum. 3 yaşındayken yolu yurda düşüyor. Orada ki günlerini özlemle anlatıyor halbuki.Yuvamda her şey güzeldi diyor. Adı yuva ya belki onun huzurunu düşürüveriyor çelimsiz gölgesine.

Kanadı kırık kuş merhamet ister diyor şair. Merhamet onun için bir dublenin ardına saklanmış. Arıyor, onu da bulamıyor. Kalbinde merhamet çınarı olanı tanımıyor musun sen ? denmiyor. Dile yine kepenkler vuruluyor.

21.08.2013

5 Ağustos 2013 Pazartesi

İyilik Savaşı

Kimsenin kötü olmadığına dair inancımı geçenlerde şahit olduğum bir diyalog yerle bir etmese de derinden sarsmıştı elbette.

-Senin baban seni çocukken terk ederek herkese sana kötü davranma hakkını verdi.

Terk edişlerim çocukluktan kalan miras.
Mazur görün.
İyi insanlara olan bağlılığım bu hikayenin neresinde bilmiyorum.
Hayatıma bir şekilde dokunan güzel insanlar tüm iyilere referans.
Bizi kötülerden ayıran en büyük farkta bu olsa gerek.
Onlar oralarda bir yerlerde kötülüklerini bundan keyif alarak yaptıkça
Biz hep birlikte sevgiyle karşılık verdikçe
Işıktan kaçışan böcekler gibi
Taş atana gül atmak gibi belki de.
Ve belki de sırf bir yerlerde kötüler var diye kötü olmayı seçmek
Gülümsemenizi hak eden onca insana en büyük kalleşlik.
En güzel duam size


Allah iyilerle karşılaştırsın.

28 Temmuz 2013 Pazar

Düşü(ne)meyen Adam

Sevgili Rodin;

Bu mektubu sana daha aklımı kaçırmamış olduğumu düşündüğüm saatlerde yazıyorum.
Çünkü deli ile akıllı arasındaki özgür ruh bedenimi karşı konulmaz bir delirme aşkına sürüklüyor.

Hayat hiç benim okuduğum kitaplarda ki gibi değildi oysa değil mi ?
Kitapların içinde yazılanları uzaydan mı getirdiler bilmiyorum.
Ama öyleyse uzaylılarla aramdaki kendimce kurduğum güzel bağ perçinlemiş olur.
Küçükken hep inanırdım çünkü piramitleri dünyamıza armağan olarak getirdiklerine.

Kim bilir ne çok özgür insanla karşılaştın Rodin o heykeli yapmadan evvel.
Onların karşısındaki edebinden mi sadece düşündü adamın ?
Yoksa düşünme eylemini gerçekleştiremeyen içinde kan akan damarlara inat mı putlaştırdın hayalini?
Hep cevabını duyamayacağım sorular sormak çocukluğumdan hediye olsa gerek.

Biliyor musun ben çöp adam bile çizemeyen o zavallı gruptanım.
Çöp adamın heykelini bile yapamam üstelik.
Üstelik o putları ödünç aldığım baltayla kırma konusunda da çok iyi değilim.

Kırılan putların yerine
Yenilerini koyan kim

Merak etme!
Bu sorunun öznesi olmadığını biliyorum.
Serde gevezelik var.

Mazur gör.
Hak'kı kaçan bulasın
Hak'ka kul olmayınca
Erenler eşiğinde
Yaslanıp yatmayınca

Yunus

17 Haziran 2013 Pazartesi

Köylü ve Yılan Hikayesi

Önce ağaç için bir sürü insan toplandık. Sonra mesele ağaç değil anlamadın mı sen hala diye yazılar gördüm.

Hayır ya bir dakika ağaç için gittim, yedim ben biber gazını daha sizin hiçbir şeyden haberiniz yokken diyemedim.

Anlamayacak kadar aptal mısın hala kardeşim diye sordunuz çünkü sorularınızı.
Yok aptal değilim abi buyur devam et sen dedim.

İlk gün yaşadığım zorlukları yazmıştım bundan 2 hafta önce bloğumda. Karşıma çıkan herkese de anlattım. Metronun içine nasıl biber gazı atar polis diye. Sonradan öğrendim ki biber gazını metronun içine atan polis değilmiş.

Yaşanan tüm zorulukları orada olan biri olarak anlattım, savundum.

Anarşist mi oldun kızım sen diyen arkadaşlarıma cevaben “Müslümansınız nasıl ağacı kesmeye gönlününüz razı olur.” Dedim. Hak verdiler, hiçte gucunmadan.
Sonra devam etti olaylar tüm çirkinliğiyle.

Çirkin olan polis, zor göstermeye devam etti. Gerçekten elindeki gücü kötüye kullandığını da düşünüyorum.

Sonra olaylara provokatörlerin pislikleri bulaştı. Bebek katilinin bayraklarıyla yan yana omuz omuza savunulan ideolojide benim yerim yok diye geri çektim kendimi.
Müminin en güçlü silahıdır dua. Duaya sarıldım büyüklerin çirkin oyunlarına karşı.
Sonra oturduğum yerden daha objektif bakabildiğimi fark ettim. Sahte twitter hesapları peydah oldu başörtülü kızlara ait. Her fırsatta başörtülü insanların örümcek kafalı olduğunu, onlara olan nefretlerini kusanlar şimdi birden aferin sana helal be! Diye çığırtkanlık etmeye başladı o sahte gönderideki sahte yazılara. Hesabın 3 günlük olduğuna bakmak akıllarına mı gelmedi yoksa nolursa olsun bu oyun böyle güzel diye ellerini mi kuvvetlendirdiler hala net bir cevabım yok.

Hiçbir seçimde oy vermediğim hükümete ve onu destekleyen insanlara hak, özgürlük, eşitlik, insan haklarından bahsedenler ağızlara alınmayacak küfürler sıraladılar. Cahillikle suçladılar.
“Benim de babaannem başını kapatıyor, namaz kılıyor ama …”
Bende bu savunmalarla savunmuştum düşüncelerimi lise zamanlarımda. İnançlı insanlara karşı öfkemin kendime olduğunu, kendi özüme olduğunu görmekte zorlanmışım o zamanlar.  Büyüdüm, o zamanlar küçüktüm mazur görün.

Bir arkadaşım fotoğraf paylaşmış çarşaflı teyzeleri koyun diye adlandırıp. Yanlarındaki parti bayraklarının içinde de makarna olduğu iddiasıyla. Bilmiyorum hiç çarşaflı bir insanla muhattap olup olmadığını. Benim en saygı duyduğum insanların başındadırlar. O nefsin gramı nasip olsaydı keşke. Benim hayatımda bilgisinin deniz olduğunu düşündüğüm insanlarda o koyun diye çirkince düşünmemekle suçladığı insanlardı. Yazık, çok cahilce dedim.

Küfür ettiler. Küfürlerin bana dokunan hiçbir yeri yoktu baktığın zaman ben ne desteklerim ne de onaylarım yaptığını çünkü hükümetin. Ama özgürlükten bahsedip siz ölün, siz iğrençsiniz tavrının çiğliğini ve siyaset bile olamayacak kadar aşağılık olduğunu göremeyecek kadar kör değil çok şükür gözlerim.

Bir hikaye vardır bilir misiniz sende ki bu evlat acısı bende ki bu kuyruk acısı olduğu müddetçe biz seninle dost olamayız der yılan köylüye.


Velhasıl araf kötü bir yerdir. Seçim yapmaya zorlanmak daha kötü. Allah sonumuzu hayretsin. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu bir Siyasi Paylaşım değildir!

Dün sabah ilk gaz bombasına maruz kalan insanlardandık. Meydanda beni “Nerdesin toplandık geliyoruz.” diye arayan arkadaşlarım normalde hiçbir konuda ortak paydada buluşamadığımız, her seferinde her türlü tartışmada karşı saflarda olduğumuz dostlardı.
Bunu açıklama ihtiyacı hissetmemin nedeni, hükümet başa geldikten sonra her nasılsa birden çok zengin olan sevgili arkadaşlarımız, Müslüman kimliğine bürünüp badem bıyıklarıyla her gün paramı nerede harcasam da diye düşünmekten, ahlaksızca yedikleri lüks yerlerdeki yemeklerin resimlerini paylaşmaktan, aldığı elektronik cihazların fotoğraflarını görgüsüzce paylaşmaktan, arabasının on bin kare fotoğrafını sosyal medyada paylaşmaktan ar etmeyen  “çam ağaçlarımız, provakasyonlarınız,  efendim siz anarşistlere her şey hak” olarak gören (küfür edemiyorum siz uygun kelimeyi bulun) sevgili arkadaşlarımın (!) tavırlarıdır.
Çünkü ben dün sırtımdaki çantamda limonlarımın yanında namaz elbiselerimle oradaydım. Çünkü siz küçüklüğünüzden beri içinde büyüdüğünüz İslami ortamda sürekli her şeyi bilen duyarlı Müslüman olursunuz, ben kimsenin bana öğretmediği elimde kitaplarla gezinen kendi kendine bir şeyler yapmaya çalışan bir zavallı. Konuşmaya gelince her gün tavaf eden insandan daha hacı olursunuz ama ne hikmetse bir kere camide, mescitte yanımda saf almazsınız.
Bu yazıyı yazıyorum çünkü ben dün olayların provokasyon olmadığını ve polisin nasıl sadece oturan, slogan atan insanların üzerine utanmadan “hilal taktiği” ile geldiklerini gördüm.
İnsanların eline güç verince ne kadar acımasız olduklarını gördüm.  Provoke edenin oradaki halk olmadığını terbiyesizce bize “Daha çok beklersiniz.” diyen polisi gördüm.
Metro gibi kapalı bir yerde insanların can çekişmelerini, en adi savaşlarda bile yaşlı ve bebeğe, hayvanlara zarar vermeyen canilerin orada nasıl ayrım yapmadan haince düşündüklerine şahit oldum.
Siz hala bunu çeşitli siyasetlere alet etmeye devam edin.
Kadere inandım. Ahiret gününe inandım ben.
Taksimde ve çeşitli meydanlarda yaşanan bu vahşetin sorumlularına Rabbim sorsun.
Ben hakkımı helal etmiyorum! Bu vahşeti kulak arkası yapan medyaya, bunu siyasileştirip sadece sol gruba mal eden sözüm ona Müslümanlara ve meydanda sadece kendi gruplarının olduğunu düşünüp klavye kahramanı olan antimüslümanlara.

Tarih 31 Mayıs'ı unutmaz.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

25 Mayıs 2013


Duygularımın midesi bulanıyor.
Çok karıştırırsan kusarsın demişti babam ilk içki içmeye başladığım zamanlarda.
Yavaş yavaş iç çarpar demişti. Hepsini yaptım.
Yavaşta içtim hızlı da
Hızlı içince birden dünya tüm hızıyla gondola bindirdi minik bedenimi.
Sonra karıştırdım hepsini. O zaman da midem atladı boş vagona.
Büyüyünce tövbe ettim. Çünkü içki günahtı.
Öyle demişse öyle olsun dedim.
Zaten lunaparkta hiçbir oyuncağa korkudan binemeyen sadece izleyip evine dönen çocuk olmuştum.
Çok duyguyu karıştırınca da duygularım bulandı. Acaba biraz da hızlı mı hissettim, birden başım dönmeye başladı?
Mide bulanması dünyanın en kötü şeyidir çünkü.
Çünkü mide bulanınca hayatta hiçbir şey keyif vermez.
Kussan rahatlarsın da.
O da derman olmaz yeni bulantıyı kapıda bekletir.
Aşk şarabını tattım biraz daha büyüyünce.
Sizin bildiğiniz gibi kırmızı değil berrak bir beyazdı o.
Ölümü tattım sonra bir karıncanın kocaman kırıntıyı yuvasına taşırken yakalandığı
Nefreti tattım en umulmaz yaşlarımda flashbacklerde kaybolan
Merhameti tattım hasta olduğum vakit başımda gözyaşı döken ayaklarının altı cennet olan melekte
Bir olmayı tattım aynı karında ilk besinimizi aldığımız adamın mağlubiyetinde
Dostluğu tattım karşısında utanmadan ağladığım en büyük hediyem dediğim canımdan parçalarda
Özlemi tattım daha ufacıkken beni yakalayan yaramaz oyunlarda
Duygularımın midesi bulandı sonra.
Sonra dedim ki isyan değil yanlış anlama bu söylemlerim.
Sitemim de sevgimden. Beni benden iyi bilirsin.
Elhamdülillah der daha güçlü yürürüm sen izin verdiğin müddetçe yeni açtığın yollarda.

10 Mayıs 2013 Cuma

Anna'ya Mektup -günün şerefine

Bugün de yasamız çıkmadı Anna.

Baban şimdi aramızda olsa yasama organındaki büyüklerimize oedipus kompleksinin ne menem bir şey olduğunu anlatırdı.
Belki insanın kendi sorunlarıyla yüzleşmesinin öneminden dem vurur, onları da psikoloji tarihinde önemli gelişmelere olanak sağlayan 5-6 hastasının içine dahil ederdi.

Sevgili Anna;
Baban aramızda olsaydı, kendi kendine bir şeyler yapmaya çabalayan hiçbir yetkisi olmayan “anketör” psikologların çok değer görüyorlarmış gibi kendilerini mutlu etme çabalarına hangi savunma mekanizmasını uygun görürdü merak ediyorum.

Sahi ne çok bastırdık değil mi Anna büyüklerimizin bizi yok saymalarını?
Sonra aramızdan 3-5 ukalayı çıkarttık psikiyatrların karşısında dursun diye.

-Neden psikiyatristlere karşı bu öfke? denildiği vakitte,

- Çünkü onlar bilmiyorlar ruh tahlilini. Pis onlar, kötü.  diye ilk okul seviyesinin üzerine çıkamayan yorumlar yapmaya başladılar, yine alay konusu olduk.
Bilemediler mi Anna bir psikoloğun önce kendi ruhunda ki çatışmaları çözümlemesinin gerçek bir psikolog olması için en önemli koşul olduğunu?
Hangi eğitimi almış olursan ol, hangi okuldan mezun olursan ol kendini bilmeden karşındakini çözemeyeceğini, aktarımların arasında boğulup gideceğini göremediler mi?

Freud nasıl bir babaydı bilmiyorum ama güzel adam uzaktan. Aynı zaman insanı olsaydık karşılıklı sigara bile içerdik belki. Oral dönem takılmalarımızla alay edip bir nefes daha tüttürürdük elimizde ki mereti.

Sevgili Anna,
Baban şimdi oralarda seninleyse selamını ilet. Çünkü bugün ben bir psikologcuk olarak ona çok şey borçlu olduğumuz kanısındayım.

Wundt’un kızının selamı var de. O anlar.

10.05.2013




23 Nisan 2013 Salı

Ruh'a Mercek


Bir insan sürekli kendi başarılarından bahsediyorsa, geçmişte çok ciddi başarısızlıkları olmuştur. Ve bunu ısrarla sizin yanınızda anlatma ihtiyacı doğuyorsa bilinçaltında size olan büyük bir övgü vardır aslında. Şahsi algılamamakta fayda vardır.

Bir bayan sık sık kendisinin ne kadar güzel olduğunu dile getiriyorsa benlik algısının sadece “dişilik” üzerine kurulu olduğunu ve aslında kendince “kadın”dan başka bir anlam ifade etmediğinin çığlığını atıyordur etrafındakilere. Yapmanız gereken onda var olan diğer güzellikleri de farkına varmasını sağlayıp “birey” olduğunu göstererek, bunun daha haz verici olduğunu ona anlatmaktır.

Bir insan sürekli karşısındakini eleştiriyor ve alaycı tavırlarla aşağılamaya çalışıyorsa Adler’in aşağılık kompleksi dediği oluşumu ortaya çıkmaktadır. Kişi yetiştirilirken gördüğü yetersizliklerin hıncını bir şekilde karşısındakinden çıkartmaya çalışırken ortaya traji-komik hadiseler çıkardığının çokta farkında değildir. Öyle biri tarafından gelen eleştirilerin yapmaya değil yıkmaya yönelik olduğunu kendinize anlatmanız ve olaydan karşılıklı olarak en az hasarla ayrılmanız gerekmektedir.

Kişi eğer sürekli sizi delicesine sevdiğini iddia ediyorsa, bebeklikten gelen bağlanma problemlerini sizin üzerinizden gidermeye çalışıyordur. Bebeklikte yaşadığı annenin bir gün aşırı ilgili bir gün aşırı ilgisiz tavrı bebek büyüdüğünde ve yetişkin olduğunda da romantik ilişkilerini etkilemektedir. Bu pek de onun hatası olmamakla beraber sürekli sizi sevdiğini söylemesi, karşı cinsin sineğinden bile kıskanması, her zaman kuşkulu ve güvensiz olmasına sebebiyet vermektedir. Eğer birazcık aklıselim insanlardansanız bebeklikte bu tip bağlanma yaşamış olan bireylerin “seviyorum ondan kıskanıyorum” maskelerine itimat etmezsiniz.

Bir insan sürekli kendi acılarından prim yapmaya çalışıyorsa ve sizin yanınızda sürekli “kurban” ise ona acıyarak davranmanız ona iyilikten çok, onun mazoşist ve sadist tavırlarını kamçılayan bir kırbaç olmaktan öteye geçmeyecektir.

Kişi eğer sürekli bir konuda “ordinaryüs” edalarıyla açıklamalar yapıyorsa, onun ne kadar çaresiz bir durumda olduğunu bilerek, çokta mat etmemeye çalışın. Kendi varlığını etraftaki insanlara kanıtlamak ve içinde bulunduğumuz kocaman dünyada küçük bedeniyle bir yer bulmak için olan çırpınışlarını hoş karşılayın. Çünkü altını biraz deştiğiniz zaman konuyla ilgili sadece kulaktan dolma bilgilere sahip olduğunu;  alıntılar yaptığı kitapların, konuşma içerisinde göndermeler yaptığı şairlere ve yazarlara hakimiyetinin Google bilgisinin ötesinde olmadığını fark edeceksiniz.

O yüzden etrafınızda eleştirdiğiniz, sağda solda dedikodusunu yaptığınız insanların aslında nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu fark edin lütfen. Böylece hoş görü potansiyeliniz artacak ve böyle trajik olaylara mahal vermeyeceksiniz.


Bol ruh sağlıklı günleriniz olsun.

Ecem Yılmaz

2 Nisan 2013 Salı

Ecem Ölçeği


Siz hiç sokakta ıslık çalarak dolaştınız mı ?

Ya da insanların yağmurda koşuşturmasını seyrederek eğlendiniz mi acaba?

Aklınıza bir fıkra geldi mi farkında olmadan toplu taşımalarda aptalca gülümseme oluştu mu suratınızda ?

Ya da o iyi insanların iyiliklerini düşünüp dudağınızın kenarına düşen tebessümü ” Yakaladım seni yaramaz.” diye fark ettiniz mi?

Hiç cebinizde ki son para simit mi alsam dolmuşa mı binsem diye ikileme düşürdü mü sizi?

Ya da şarkının sonunu hatırlamadığınız anlarda karşınızdakine çaktırmadan aklınızdan mırıldanmaya devam ettiniz mi ?

Gizli gizli sigara içtiniz mi Beşiktaş-Üsküdar motorunda?

Gözyaşlarınızı saklamak için güneş olmayan yerde güneş gözlüğüyle dolaştınız mı tüm gün mesela?

Hiç sevdiniz mi ya da baş döndürürcesine?

İçimde kelebekler uçuyor diyebildiniz mi huzuruna çıktığınızda en sevdiğinizin?

Hiç kaybettiniz mi yıllarca sakladığınız o en güzel anıların masumluğunu?

Ya da çok güvendiğiniz yabancı yıllar sonra gerçek yüzüyle karşınıza çıktı mı?

Hiç hiç olduğunuzu keşfettiğiniz o güzel anlara tanık oldunuz mu?

Ne güzel yaratmışsın ya Rab dediniz mi bir çiçeğe bakarken?

Hayır mı ?

Boş verin o zaman.

10 Mart 2013 Pazar

Serden geçmek Yare kavuşmanın adı olsun

Serden geçtim desem bundan bilmem kaç yıl sonra dilimle olan hesabımda mağlup çıkmaktan korkarım.
En sevdiğim bana güzel mesajlar gönderiyor zaman zaman. Yok öyle kısa mesajlar gelmiyor telefonuma, mail düşmüyor ekranıma ama O'ndanım ya ben bir şekilde : "Al bakalım kızım bu bugünlük senin hediyen olsun." diyormuş gibi geliyor bana.

Hayatta öyle ya da böyle muhatap olduğum insanlarla yollarımın kesişmesinde ki sırrı çözmeye çabalar buluyorum bu ara kendimi.
-Bu konuşmanın bir amacı olmalı, hiçbir şey sebepsiz değil!
diye belki de bazılarına paranoyakça gelen ama benim için önemli küçük tevafuklar.

Yine kitapların bana kazandırdığı güzel bir insanla bir çaylık sohbet vesile oldu yazıma. Konuşurken gözlerimi dolduran sevdiğimden bahsettiğim herkes, her şey, her nefes bana gönderilmiş armağanlardı ya. Öyle inanmışım ya ben. Ne güzel bunu hissettiren.

-Ödülüne de cezana da Eyvallah!

O güzel sohbetlerden birinde her şeyden geçtim dünyada da bir annemden geçemedim dedi dostum ( Henüz 3. görüşmemizdi ama ben dost bellemiştim onu). Bunu da aşmak için odasına benim de her okuduğumda ilk günkü gibi sevdiğim şiiri asmış. Ne güzel insanlar var.



Resulullah Azrail’i yolda görse tanırdı;
ben Azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

Resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey Allah’ın Resulü;
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

Resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘Kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘Anneciğim ölmesen…’

Ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘Anneciğim seni ben…’;
Annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

Resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu..."

O an anladım nelerden geçemediğimi. Neleri putlaştırdığımı. Ben dersimi aldım da henüz ödevimi yapmadım diye pekişmedi galiba pek. 

Günün duası serden geçebilmek olsun uğruna kurban olunana.


10.03.13
22:54





3 Şubat 2013 Pazar

Gecenin 3'ü


Saat gecenin 3’ü.
Kediler aç bırakılmaya gelmez. Mama kabını her zaman ağzına kadar doldurmak gerekir.

Sigaranın raconunu bu saatlerde de bozmuyorum.
Bir şey atıştırıp kocaman olan göbeğime inat yeme kavramının saatine aldırış etmiyorum.
Aç karna sigara içme der annem.
Aç karna sigara içmek dertli adamların işi.

-Benden adam da olmaz ki.

Bu saatte bile çalışmadığım için vicdan azabımın kölesi şeytan yalamış gözlerimle dersin başına oturuyorum.
Okuduğum tüm hastalıklar yavaş yavaş bedenimi sarıyor.

Freud’a yine küfürler sıralıyorum.
Üst benliğimle alt benliğimin dinmek bilmeyen savaşı yalnız bırakmıyor ruhumu.

Louisa Düss beni görse testini yapmaya gerek duymazdı diye geçiyor içimden.
-Pis nevrotik diye aşağılar o bile hikayelerini benden saklardı.
Ona da küfür etmeli miyim karar veremiyorum.
Yapmadığı şeyler için insanlar hor görülmemeliler diye vazgeçiyorum.

Saat 3’ü 15 geçiyor.

Disleksiler için hayat çok zor.
Kargacık burgacık harfler gözlerimi ovuştursam da yerlerine oturmuyorlar.
Harflerim hep sevdi dans etmeyi.
Yakalamaya çalışıyorum.
Yine başaramıyorum.

Son sigaramı kahvaltıya saklamalı mıyım diye düşünüyorum.
-Yarın hiç olmayabilir prenses, demişti babam.

-Prensesler küfür etmezdi, tacımı almış olmalılar.
Baba bedduası almadan son nefeslerimi çekiyorum.

Yarın sabah uyandıklarında ben olmazsam son dal sigarama bakıp iç çekmesin annem diye onu da içiyorum.
Sonra bir şarkıya dalıyor gözlerim radyoda.



31 Ocak 2013 Perşembe

31.01.2013


Yaşlıların hep söylediği şeylerin başında gelir; buralar eskiden hep ormanlıktı, şu çirkin binaları kondurmak için kıydılar hepsine.

Mina Urgan’da hayatını anlatırken özlemle ıhlamurlardan bahsedip sonra onların hüzünlü sonunu aktarmış “Bir Dinazorun Anıları”’nda.

“Gazinonun yerine apartmanlar dikmek için buldozerlerle ağaçlar sökülürken ıhlamurların köklerinden acı çeken bir insanın boğuk iniltilerini andıran garip sesler çıkmıştı.”

20’li yaşlarda olan çoğu gençten daha şanslıyım çocukluk anılarımı bolca ağacın kaplamasından ötürü.  Kocaman bir kiraz ağacı benim bütün çocukluğumun en güzel süsüdür. Dallarında dedemin kurduğu salıncaklarla, gölgesinde kendimizce arkadaşlarımızla yaptığımız pikniklerle, bütün mahalleyi doyuran bordoya çalan iri kirazlarıyla en tatlısıdır.

Topraktan gövdesine kadar beyaza boyanan ağaçlar çocukken gördüğüm resimlerde ki salt kahverengi gövdeli ağaçlarla hiç uyuşmazdı.

Her evin bahçesinde farklı farklı en iddialı olduğu meyveler vardı. Bizimkinin kirazına, iki ötedekinin eriğine, karşı çaprazın elmalarına hücum ederdik. Bazen parayla meyve almak için inat ederdim. Ananemin benim gönlümü almak için aldığı 1 kiloluk elmalar olurdu ki onlarda da bence 1 kilodan fazlasına para vermeye kıyamamasının sebebi  beğenmemesiydi hormonlu biçimsiz meyveleri.

Marketlerden alınan hiçbir meyveyi beğenmeyen ananemi hiç kınamadım bu sebepten. Çerkez kadınlarına yapışmış olan hafif bir burnu havadalıktan değil, en güzellerini dalından yemesinden kaynaklıydı asil kadının bu tavrı.

Ağaçlarla ilgili bir şeyler anlatmamdaki sebep bundan 2 hafta önce bahçedeki 40 küsür yıllık ağaçların kesilmesidir.  Sebep olan kişiyi, müsaade edenleri topa tutmak niyetinde değilim ki belediyenin kendisi gelip bu vahşeti yapmışken şikayet edecek bir organda bulamadım aslına bakarsanız. Ancak sebep her ne olursa olsun bir insanı öldürmekle ağacı kesmek arasında bir fark olmadığı kanısındayım.

Başınıza iş açan insanlara bir bakın, çoğu nefret duygusunu yüreğinde barındıranlardır. Sevgi bir insanı hayata bağlayan en güzel duyguların başındadır. Yaradana, insana, hayvanlara ve nefes alıp veren ağaçlara, çiçeklere sevgi duymayan insanların insanlığından şüphe etmek kaçınılmaz oluvermiştir benim gözümde.

Bu olayı öğrendikten sonra etrafımda kimi görürsem dayanamayıp “Caniler ağaçlarımızı kesmişler.” demekten alıkoyamadım kendimi azcık dedikoduya kayarak.

Adalete inanan ama bir şey yapmaktan aciz benliğimle yine adaletinden şüphe etmediğime bırakıyorum bu talihsiz olayı.

Ve hesap gününe kadar susuyorum.

29 Ocak 2013 Salı

Psikoloji Dünyasının Acı Gerçekleri


Bugün aslında her gün önünden geçtiğim ve şaşkınlıkla tabelasına takıldığım bir yere arkadaşıma sen kapıda bekle diyerek daldım. “Psikolojik danışmanlık ve eğitim merkez” adı altında geçen “kliniğin” kapısında vaat ettiği şeyler arasında yok yoktu.
-Çocuk ve ergen Psikolojisi
-Yetişkin Psikolojisi
-Travma Bozukluğu
-Dil ve Konuşma Bozukluğu
-Özel Eğitim
-KOÇLUK HİZMETLERİ
-Kurumsal Danışmanlık
Merhaba dedim gülümseyerek sekretere ve sekreter elindeki telefonla yüksek sesli ve bir o kadar kaba bir şekilde yaptığı özel konuşmasına devam ederek selamıma karşılık bile vermeye tenezzül etmeden galoşları giymemi beklercesine kapıdan çekilmedi. Normalde bu harekete imalı bir şekilde cevap verecek olmama rağmen hiç ters bir şey yapmadan hanım hanımcık galoşlarımı giydim ve içeri girdim.
Etrafımı incelemeye başladım ve gördüğüm manzaralar gerçekten hiçbir şekilde içeri girmeme neden olan vaatlere yakışmayan şeylerdi.
Sekreter  Hanımefendi kesinlikle benimle ilgilenmiyor ve argo tabirlerini kullanarak normalin çok üstünde sesle konuşmasına devam ederken beni hiçbir şekilde umursamıyordu. Liseden mezun olduğum yıldan beri kendi ayaklarımın üstünde durma sevdamdan çeşitli işlerde çalışmış biri olarak sergilenmesi gereken tavrın o olmadığından emindim. Müşteri, danışan ne derseniz (orası biraz iş ahlakına kalmış) karşılaştığım üslupsuzluktan çok rahatsız oldum ancak bunu kesinlikle şahsın kendisine yansıtmadım.
15 dakika kendisini beklediğimi belli etmek için gözünün içine bakmama aldırış etmeden şahsi konuşmasına devam eden hanımefendi ben orada beklediğim için değil sadece konuşması bittiği için karşısındaki kişiye neyse hasta geldi kapatıyorum dedi ve 17.dakika telefonunu kapattı.
Ben hasta değildim, terapi için oraya gitmemiştim ki danışmanlık hizmeti için bile orada bulunmuş olsam bana bu şekilde hitap eden hanımefendi bana hasta deme hakkına sahip değildi.
Normal zamanda bu şekilde( bence) saygısızca olan tavrına karşı gerekli cevapları verir ve özür dileyene kadar orayı terk etmezdim ama sırf konuşmanın devamını merakımdan oradan ayrılmadım.
Kişisel hırslarımı bir kenara bırakarak nezaketimden taviz vermeden ve güler yüzle psikoloji 3. Sınıf öğrencisi olduğumu ve stajla ilgili görüşmek istediğimi söyledim.
Biz stajer çalıştırmıyoruz dedi. Psikoloğunuz müsait değil sanırım görüyorum ki bekleyenlerde çok daha sonra görüşme imkanım yok mu dedim özellikle biraz zorlayarak. Hayır almıyoruz öyle staj mtaj için dedi. (Mtajın kelime anlamını hala bulamadım bilen varsa lütfen yardımcı olsun) Neden dedim. Biliyorsun gizlilik esas terapide dedi. (Siz siz olun size sizli hitap eden birine sakın sen diye karşılık vermeyin, anlaşılan o ki görgü kurallarından da haberi yoktu hanımefendinin) Bizde hastalarımızın(!)(Bir yerlerden Tıp diploması almış olmalı.) rahatsız olacağını düşünerek öyle bir uygulama yapmıyoruz diye karşılık verdi.
Kaşındığımdan değil de kendi kendime Uğur Dündar moduna girdiğimden olsa gerek “Peki verdiğiniz destekle ilgili bilgi alabileceğim bir broşür alabilir miyim ya da kartınızı rica edebilir miyim.” Dedim.
1.60’lık boyumla onu ne kadar ürküttüm bilmiyorum halbuki üflese uçabilirdim ama “Neden istiyorsun ki.” dedi yine SENLİ üslubuyla. Bilgi almak için dedim gülümseyerek ve ben Psikolojik Danışman Hanımefendinin kartını alarak biraz muzip bir şekilde gülümseyerek oradan ayrıldım.
Ortamdan biraz bahsetmek gerekirse bizim salondan biraz daha büyük olan dairede (ki miniciktir salonumuz) insanların ruhsal rahatsızlıkları veyahut danışmaya ihtiyaç hissettikleri için orada bulundukları tartışılmaz bir gerçekken onları karşılayan kişinin tavırları ve bencil davranışları çok çirkindi. Bahsettiğim hanımefendinin karşısındaki odada 5-6 kişi sıkış tepiş otururken ve kendi aralarında konuşurken son ses televizyon açıktı. Duvarlar çelikten olmalı terapi yapılan odaya ses gitmemesi için.
Velhasıl ben oraya staj yapmak için gitmedim, seneye mezun oluyorum ve neler yapıyormuş bu insanlar nasılmış acaba büyüklerimin işleri belki yol gösterirler belki bir fikir edinirim diye gitmiştim.
Gittim, gördüm. İş hiçte benim o mükemmel hayallerimi süsleyen cinsten değildi. İnsana değer verilmeyen bir yerde insana yardımdan söz etmek ne kadar imkansızdır oysa ki.
Dersimi aldım ben bugün. İleride bugün karşılaştığım manzaralara dikkat ederim. Bu gün yaşadığım da yanıma kar kalır.

Değer veren, verilen olmanız duasıyla.

29.01.2013 

14 Ocak 2013 Pazartesi

Ruh ve Beden


Gündüz yorulan Beden, gece tüm gün sakladığı Ruh’u açığa çıkarır.
Bu açığa çıkış Batı toplumlarında hoş karşılanmaz ve Ruh'un derin çığlıklarını görmezden gelmek için gürültülü eğlencelerin kucağında bulurlar kendilerini.
Ruhun attığı çığlıklar kalabalık ve yüksek müzik seslerinde hapsolur. Bağırsa da duyuramaz tutsak kaldığı Beden’e kendisini.
Bir süre sonra öylesine yoktur ki , vazgeçmiştir savaşmaktan ve kaderine boyun eğmiştir artık. Kulaklarını kapatır tüm ısrarlara rağmen.

-Doğu’da ruh özgürdür. Her gece bir sonraki gece gibi açığa çıkacağını bilir ve o güvenle en güzel duyguları anlatır kağıdına. En güzel besteleri, en güzel duaları paylaşır karanlıklara, karanlıkta kalmışlara inat.

14.01