Minicik ömrümde en büyük eğlencemdi salıncağın bir ileri bir geri sallanması. Ayaklarımı her seferinde daha hızlı daha hızlı olsun diye oynatışım bundandı. Salıncak kelimesi içimde rüzgar esmesine bile sebep olurken onun verdiği heyecanı dünyanın bütün balonları benim olsa da veremezlerdi bana. Öyle inanırdım. Rüyamda ki salıncak kırmızı üstünde tüller olan, dağ başında bir salıncak. Ben sallandıkça tüller uçuşurdu her gece rüyamda. Sonra her ileri gidişimde heyecanlanır ölüyormuşum gibi hissederdim. O heyecan... Koskoca 8 yıllık hayatımın en büyük mutluluğuydu bana… Sonra bir ıslık duyardım arkadan her ölüm hissi zamanında. Evet derdim ölüm böyle bir şeymiş. Ne kadar heyecanlı! Neden korkar ki büyükler diye düşünürdüm. Arkada ki ıslık yaprak seslerini yönetir gibi tiz... Annemin çığlığı olurdu genel de o ıslık. Çok korkardı başıma bir şey gelecek, salıncağın ipi kopacak diye. Görmez miydi çok mutluydum. Heyecanla dans ediyordum. Büyüklerimden adrenalin diye duymuştum bunun adını. Benim ki büyüklerin hissedebileceği cinsten bir şey değildi ama. Büyükler hep üzgündü. Ben hiç üzgün olmazdım o salıncağın tepesinde. Bir rüya… En güzel rüya en heyecanlı rüya benim olurdu. Kimseye anlatamazdım bir daha göremem diye.
Ben hastane odasında hep o rüyayı görerek uyanırdım her sabaha. Ben 8 yaşında hayatının en büyük eğlencesi salıncak olmuş kocaman bir ablayım. Kardeşim var benim 2 yaşında henüz çok minik bense kocaman bir ablayım. Abla olmak için kaç yaşına gelmek gerektiğini sorardım hep hastane odasındaki hemşire ablalara.
-Siz kaç yaşında abla oldunuz.?
Hep güldüler sorularıma. Öptüler alnımı sessizce ve çıktılar odamdan. Ben biliyordum ki zaten bu sorunun cevabını... Ben 6 yaşında abla oldum. 6 yaş abla olmak için uygun bir yaştı bence. Hem okula da başlamış oluyordun. Koca kız olmuştum ben. Annem hep öyle derdi.
-Benim cesur kızım.
Evet cesurdum ben. Sonu uçurum olan salıncakta sallanabilecek kadar cesur.
Ben hiç ağlamadım şimdiye kadar. 6 yaşıma kadar olanları saymıyorum, o zaman miniktim sonra abla oldum hiç ağlamadım, kardeşim vardı benim. Cesur ablası var diye övünsün istedim hep. Hemşire ablalar her odama geldiklerinde koluma sapladıkları iğneye rağmen ağlamadım ben. Canım acıdı ama annemin cesur kızıydım ben. Koskoca salıncakta korkusuzca sallanmıştım ben minicik iğneden mi korkacaktım!
Ama annem her gece başucuma gelip ağlardı. Anneler ağlamazdı benim annem neden ağlıyordu bilmiyorum. Abla değildi o muhtemelen ondan. Onunda bir kardeşi olsaydı 6 yaşında, o da ağlamazdı. Benim annem de cesur kadındı ama abla değildi işte. Abla olanlar ağlamaz demek ki anneler ağlarmış o zamanlar öğrendim bunu.
Aslında ben pek bir şey bilmem. Bildiklerim bir elin parmaklarını geçmez… Mesela çizgi filmlerde ölüm olmadığını biliyorum. Kocaman salıncaktan düşseler de ölmez onlar. Ben ölür müyüm bilmiyorum.
Kanser olunca saçların döküldüğünü biliyorum.
He bir de kırmızı bandananın bana çok yakıştığını biliyorum :)
Hep öyle dediler bana. Aynaya her baktığımda annem bana aldığı kırmızı bandanayı önce güzelce başıma bağlardı sonra getirirdi aynayı önüme. Dünyanın en güzel bandanasını aldım sana diye getirmişti ilk zamanlar. Ben o zaman da ağlamadım. Saçlarım dökülmüştü. Ama benim kardeşimin de saçı yoktu ki zaten. Şimdi tam kardeşimin ablası olmuştum.
Sonra ben bilirim ki kızlarının saçı dökülünce annelerin de bir gün içinde bütün saçları dökülürmüş.
Saçlarımın artık elime gelmediği günün ertesinde annem başında bir şapkayla girdi artık evim olan hastane odasına. Şapka anneme çok yakışmıştı. Her şey yakışır benim anneme.
Sonra sana sürprizim var bak! dedi. Çok mutlu olmuştum... Annemin de saçları benimkilerin döküldüğünü anlayıp kıskanmıştı belli ki. Anneme öyle söylemedim tabi. Annemin simsiyah beline kadar saçları birden dökülmüş. Çok mutlu olmuştum o gün. Annem, kardeşim ve ben artık saçsızdık ama hepimizin farklı renklerde bandanası vardı. Kırmızıydı benimki. Kırmızı salıncağı hatırlatırdı bana. Rüyalarımda hep gördüğüm salıncak... Çok severdim kırmızıyı.
Bazen yatmaktan canım sıkılırdı o zaman pencerenin kenarına götürürdü annem beni. Dışarısı yemyeşil. Camı açar rüzgarın yüzüme çarpışına keyif alarak izin verirdim. Ben rüzgarı da çok severdim. Sallanırken hep rüzgar çıkardı. Saçlarım da severdi rüzgarı. Şimdi yok onlar ama kırmızı bandanamda seviyor rüzgarı. Temiz havayı içime çeker oh derdim. Ne güzel bir gün.
Bir gece fazlaca halsiz hissettim kendimi. Parmağımı kımıldatacak halim kalmamıştı sanki... Sanki biri bana hadi rüyanda ki kırmızı salıncağa gidiyoruz dese yatağımdan fırlayıp gidemeyecek gibiydim. Sonra ki geceler devam etti böyle… Hastalığım birazcık kötüye gitmiş ama hastalıklar iyiye gitmeden önce hep önce öyle kötüye gidermiş biraz.
-Şimdi kötü hissettiğini biliyorum. Ama bu son acılar. Sonra hiç bir üzüntün kalmayacak hastaneden de çıkacağız. Bir daha bu hastaneye asla geri dönmeyeceğiz.
Kızmıştım anneme.
-Dönelim hemşire ablalarım vardı burada. Onlar benim canımı acıtırlardı zaman zaman ama ben ziyarete gelirdim onları...
Herkes korkuyla bakar olmuştu yüzüme... Annem bile. Annem ağlamıyordu artık.
Annem ya cesur olmuştu ya da abla olmuştu diye düşündüm içimden. Ama düşündüklerimi söyleyecek kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Söyleyemedim.
Sonra bir sabah kolumdaki serumu çıkardılar. Doktorlar ve hemşireler bana sıkıca sarıldı koklayarak. Merak etmeyin geleceğim ziyarete dedim içimden ama… Duymadılar beni.
Sonra annem sarıldı sıkıca. Annem bu sefer hiç durmadan ağlıyordu. Minik kardeşim her şeyden habersiz bana bakıyordu... İlk defa izin vermişlerdi bu kadar uzun hastane odamda kalmasına... Ağlayan anneme ağlama annecim cesur ol bak ben cesurum demek istedim. Yine sesim çıkmadı. Duyuramadım kendimi.
Sonra onlar beni bırakıp çıktılar hastane odasından. İyileştim artık diye düşündüm. Kendimi daha iyi hissediyordum hem... Koşa koşa kırmızı salıncağımı aramaya gittim. Hastaneden çıkar çıkmaz uçurumun kenarında kırmızı bir salıncak vardı. İnanamadım bir an yine rüyadayım zannettim. O kırmızı salıncak benim rüyalarımdakinin aynısıydı. Biri gizlice rüyalarımı izlemiş olmalı diye düşündüm.
Koşarak gittim yanına bindim sallandım sallandım. Ölüm hissi böyleyse dedim, ben ölümü çok sevdim. İçimde bir öne bir arkaya gittikçe esen rüzgar... En mutlu anlarımı yaşattı bana. Sonra biraz yükseldi salıncağım olduğu ağacın tepesine… Daha heyecanlı sallanmaya devam ettim. Biraz daha biraz daha derken ne kadar cesur olduğumu bir kez daha hissettim. Korkusuzca aşağıya baktığımda havada uçuşan kırmızı bandanamı gördüm...
Ve artık bir şey daha biliyordum.
Ölüm cesur ablaların hiç korkmayacağı bir şeydi.
Ecem Yılmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder