21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Kelimelerin kalbine hikmeti indiren Allah’a hamd olsun” İbn-i Arabi

Uzun zamandır konuşmamıştık doktor. Ben mi anlatmamıştım yoksa. Anlatacak başka kimselerim mi olmuştu ya da ? Kelimelerim mi çözülmüş gitmişti de bir daha bağlamak ikimize de nasip olmamıştı ?
Hikmeti kelimenin kalbine indiren ne büyük doktor. O kelimelerle kalpleri bağlayan, bağladığı gibi düğüm attıran attırdığı yerden bir kibritle yakan ve yaktığı yerden boğum boğum eden ne büyük.
Bazı anlamlara gelmiyor dedirmişti ya kelimeler için o adam doktor. Ben de susarım o zaman anlaşılmayı beklerim demişti ya. Şimdi biz susarsak kelimeler kime yar olur doktor?

-Hayır susmanın erdem olduğunu unutmadım. Aksine daha da sarılma vaktim geldi doktor. Susmaya susamışlığımı farkettim birden.

-Sizinde susmaya susadığınız oldu mu hiç?

Kendi hikayemden kaçmak istediğimde hep başkalarının hikayelerine dönerim yüzümü bunu siz demiştiniz. Sonra bir bakmışım merhemlerim etrafa saçılmış. Elimdeki kan sağa sola bulaşmış.
Susamışlıktan sonra kana kana su içmek işin edepsizliği miymiş doktor? Her yiğidin yoğurt yiyişi mi farklıymış yoksa?

-Siz de yoğurt sever misiniz doktor?

Hikmeti kalbime koydurtmak bu kadar zor mu doktor, kalbimden kelimeye taşırmak kelimeden size akıtmak çok mu zor?
Bu odaya geldiğimde orta sehpada hep bir ufak mendil kutusu. Ben ağlayayım diye mi doktor? Siz de mi ağlatmaktan keyif alanlardansınız yoksa? Ağlasa da uzatsam mendilimi demek ağlamamasını sağlamaktan daha mı kolay ?
Kırgınlığım size değil, yanlış anlaşılmasın sitemim. Kimseye bir kırgınlığım olduğu da yok aslına bakarsanız.
Süremiz doluyor değil mi ? Bizim süremiz doluyor ve ben tekrar susuyorum.
Bir gün sadece karşılıklı sussak ya doktor.

Ben şimdi gidiyorum.
Siz beni beklemeyin susa doyduğum zaman kapınızı çalarım elbet.

21.05

9 Mayıs 2014 Cuma

Şehir de bir şeyler dönüyor

Bir koşturmaca giriyor şehre.
Sadakat zırhına tırmanmış menekşeler asılı duvarda
Sümbüller etrafı kuşatmış kanatları ağır keyfiyetle
Şehir de vakit dua okunup yağmur dileme vakti
Vakit akşam ezanına yetişmeye çalışan imamın vakti
Dalgalara savaş açıp da göl de olduğunu unutan çocuğun vakti
Vakit yalancı yabanların seyre daldıkları
Ve ardından alaylanıp korna çaldıkları vakti
*
Saat geç olmuş.
Koşturmacalar yerini bulmuş
Menekşeler zırhından arınmıştı
*
Bir öğle yeli çıkıp giderken, acıdan kor olmuş kalbe iyilik gelmez
Ölümü çatlatırcasına kıskanan güneş kalmaz etrafta
“Yalnız yanlışlıkların adı konuyor
 adı konmuyor ayrılıkların”
Diyen şair kadar iyi gelmez bir kedinin tınısı
*
Şairler ölse geceler kime yanardı doktor ?
O şair ölse kelimeler kime ağlardı
*
Benim bir şiirim olsun
Adı konmamış, kafiyeleri ağıtlanmamış şiirim
Benim bir şiirim olsun doktor
Okuyana kekremsi tatlar bırakan
Tükürüğünden midesini yakan

Bir şiir.

29 Mart 2014 Cumartesi

İtiraz Manifestosu


Kelimelerin arasında boğulup dururken akan günler cevaplar kadar sapa.

Eğer bir şeyleri izah etme kudretine sahip olsaydım varlığı ve yokluğu, soruyu ve cevabı, iyiyi ve kötüyü telafiye yer bırakmadan hiç durmaksızın anlatırdım sağda solda.

Kelimelerin gücü ellerimden kayıp giderken geriye sadece acınası birtakım zavallı insana mahkum izah duygumun sömürüsü.

Kelimelerin yerini duygulara bıraktığı şu an, elimde kalem aslında çok da beceremediğim bir işe kalkışmış, hadsizliğimi doruklara taşırmış, duygularımı ifade edecek daha iyi bir yol bulamamaktan şikayetçiyim.

Şikayetçiyim; bir beyaz sayfa bir ağaç parçasını vesile ettiğim,  büyüklükleri zindan ettiğim her şey için.

Sabah saatlerinden itibaren devam eden yolculuğumun bana tattırdığı şeyleri ifade edememekten şikayetçiyim.

Ya hissedemeyenler?

Aynı satırlara aynı ağıdı yakamayanlar.

Acziyetini farkında olamayanlar

Hissetmiş insanlarla aramdaki o güzel köprüyü nakledememekten

“Seviyorum, hepsi bu.” Deyip de boğazımdan kalbime saplanan mızrağın feryadını edememekten şikayetçiyim.

Bir yerlerde aynı duyguya ayan olan insanlara “yolun yolum olsun, bana anlat, bana gel, bana düşün” diyememekten, ama bunu kalpten, kalbimin en derininden, gönlümün en köşesinden hissedip de bu hissin sadakasını verememekten şikayetçiyim.

Neden deye sorduğunda

-İşte . diye cevap verememekten, kelam ilmine talip olup da sahip olamamaktan şikayetçiyim.

Gönlümdeki fırtınayı aşka akıtmağa çalışıp da boş sayfalara gevelemekten şikayetçiyim.

Nazar ettiğimin güzelliğini bir basit, eksik, kokuşmuş “güzel” sıfatıyla betimlemeye çalışmaktan

Onlar sorgulamadan yaşıyor diye, onlara tahammül edememekten şikayetçiyim.

Sıradan hayatlara dokunamamaktan şikayetçiyim

Ve tüm bunları bana hissettirdiğin, yazamasam da kalem oynattırdığın, oynatamasam da –mış gibi yaptırdığın;

Tüm bu isyanın, benliğimin çaresizliği olduğunu arada bir de olsa kabul ettirdiğin;

Ve tüm bu intiharlara rağmen içimdeki Sen’i almadığın için

Hamdedenlerdenim.

Hamdedenlerdenim,

Zerre yapamasam da akıl ve kalple ulaşmağa çabaladığım onca şeyi önüme serdiğin, karşıma çıkardığın, kafalardaki soru işaretlerinin peşine düşmemi sağladığın,
Ve ben ne kadar debelensem de anlatmaya çabalayıp hiçbir şey beceremesem de kalbimi okuduğun için.
 
28.03.2014

 

6 Şubat 2014 Perşembe

Gel bir sigara da benim için yak


Burnumun bir nefeslik borcu var henüz
Çekmesi gereken bir nefes güle ihtiyacı var
Senin ellerin hiç gül kokar mı baba?
Güller başkentinden bir demet batar mı parmaklarına da kanar mı
Senin gözyaşların hiçbir yaprağın üzerine damlar mı
Aşkın ile aşıkları inletir mi davudi sesin

“Sevdiğimi demez isem sevmek derdi boğar beni”
Der Yunusum

Hiç sevme deryasında boğuldun mu baba?
Gülleri kıskandın mı hiç?

Bugün karnımızı doyurmasak da gönlümüzü beslesek ya dalgaların sesiyle
Ey koca çınar aynı gökyüzünü paylaşsak da yak beni paylaşmasak da
Dedin mi baba
Gözlerinin içine bakar dururken o yarin

Ey yerlerin ve göklerin sahibi
Tut elimden gelem yanına
Türkülerde  defolsun gitsin sonra
Sevdalarda
Diyebildin mi hiç?

Sevdalık ağır yüktür baba
O yükü omuzlarında taşıyamaz oldun mu

Minareyi kılıfsız mı kaçırdılar baba
Yoksa kılıfı evde mi unuttular

Sözler ne boş baba
Gözler ne dolu

Ciğerini dağlar mı seninde gökyüzünü inleten çağrılar
Çağırdıklarında hep erteler misin baba
Siz gidin ben arkanızdan gelirim der de, gider misin?
Sabilerle aynı safta alır mısın yerini
Yerini mi dolduramaz koca yüreğin yoksa

Koca yürekli koca çınar mısın baba
Dalgalara kasırga mı
Kanayan güllere çağrı mısın yoksa

Senin hiç kızın oldu mu baba?
Saçları sarmaşık güllerini andıran
Düğüm düğüm kesilen nefesin
Bozgunları andırdı mı
Celalin dindirdi mi gönlün melodisini

Sorular mı zor baba
Cevaplar mı
Ben bulamadım
Boşver sen bunları
Gel gökyüzünü kucaklayalım

Belki merhamet edilir sevdaya

25 Aralık 2013 Çarşamba

Metrobüsümden İnsan Manzaraları

Hayatın fragmanını sunar metrobüs bize. Hayatınız boyunca karşılaşabileceğiniz insanların minik bir tanıtımıdır. Ve işine, okuluna metrobüsle gidip gelen insanla adana kebap yiyen, arabesk müzik dinleyen, köşe başlarındaki ucuz çaycıları bilen insan yurdum insanıdır, güzel insandır. Ama en önemli kıstas metrobüstür burada. Metrobüse binmişse o tutacaklardan tutmaya gerek kalmadan sağ tarafına şişman teyzenin poposunu, sol yanına öğrencinin sırt çantasını, önüne ve arkasına genç kızların sırtını tampon yapmışsa biri hayatın tam da içindedir. ( Etrafta her zaman o kadar da zararsız insanlar bulunmaz ideal üzerinden yola çıkılmıştır. Maksat okuyucuyu kalabalığa alıştırıp fortcuları sona bırakmaktır.)

Metrobüs yoldaşlarımıza gelsin bu yazımız.

1.       Kümede bıyıklı 1,70 ve üstü boyda ceket, kumaş pantolon ve kunduralı büyüklerim var. Bütün sapık, cinsel kimliğinde sıkıntı çeken “Kız erkek fark etmez abi!” diyen nefes almaktan başka insan özelliği göstermeyen insanımsılara karşı baş savunucularımızdır. “Bacım sen şöyle geç.” diye her yolculukta büyük tehlikelerden korur sizi. Ben tutunmasam da olur “Kardeş sen gel şurdan tutun.” diye bence dünyanın en büyük centilmenliğini göstermektedirler. Önümüzdeki koltuk boşalırsa bir bakışla “Geç sen otur şöyle kız başına ayaklarda perişan olma” mimikleriyle “sıkıyorsa oturma” alt metnini verir abim. Güzel yurdumun öyle abilere ihtiyacı vardır. Soyu tükenmemesi için dua ettiklerimizdendir.  

2.       Kümede nerde bir kız görsem de yanaşsam çaktırmadan diyen halk arasında “fortcu” takma adını kullanan göründükleri yerde “ayyy sapık” şeklinde ithamlarla karşılanan canım ülkemin sapkın karakterleri vardır. Onlar en tehlikeliler olarak görülse de bir dirsek hareketi ve ters bakışlarla etkisiz hale getirilebilecek kadar yorgun çıkarlar ringe.  Aldıkları tepkilerden sonra muhtemel “Abi bugün de dayak yemeden 10 kişiye yanaştım.” Şeklinde başarı öyküleri anlatmaktadırlar. 1.kümedeki delikanlı helal süt emmiş ağabeylerimizin zaman zaman kibarca(!) uyarılarına maruz kalsalar da yaptıkları işin sonuna kadar arkasında olup nedense uyarıları hep inmeden bir durak öncesinde alırlar ve tepki gördükleri an “Kaptan müsait yerde hoop!” efektini kullanamayacakları için adım adım orta kapıya doğru ilerlerler.

3.       Kümede zor aşkın sahipleri bulunur. Bunları metrobüs abisi olarak değil metrobüs çifti olarak değerlendirmekte fayda vardır zira tek vücut halinde hareket ederler, tek tutacaktan tutunurlar ve birbirlerinden başka kimseyle muhatap olmazlar. Bu çiftimiz zengin kız fakir oğlan klişesinin esas kızı ve esas oğlanıdır kafalarda (en azından benim kafamda). Kız daha önce toplu taşıma kullanmadığı ve halka karışmadığı için fakir ama gururlu abimiz “O bana Allah’ın emaneti ulan!” felsefesiyle zengin ablamızı gelebilecek bütün fort ve benzeri tehlikelere karşı kollarını çemberi andırır vaziyete getirerek emniyet şeridine alır ablamızı. Arada bu kız benim akıllı olun mesajı mı abi ben öpüyorum siz de öpün mantığıyla mıdır bilinmez narin buseler kondurur sevdiceğinin yanağına. Genç çiftimizin nikah şahidi olarak tüm metrobüs seve seve gönüllü olurken en mutlu günlerinde o güruhu aralarında görmekten hiçte memnuniyet ve onur duymazlar düşünülenin aksine.

4.       Kümede ellerinde evrak çantalarıyla seyahat eden abi ve ablalarımız vardır ki onlar iki duraklık misafirlerimizdir. Bizimle ve etrafta olanlarla hiçbir ilgileri yoktur.

5.       Küme meraklı komşu Ayşe Teyzenin yetiştirdiği güzel insanlardır. Sürekli bir merak içinde gezinen komşu Ayşe Teyze evlatları elinizdeki telefon, kitap, ders notu şeklinde devam eden listenin ne olduğunu önemsemeden özel alanınıza müdahaleden çekinmezler. Onlar için yol uzun, metrobüs sıkıcıdır. Ömrü hayatında kitap okumamış bile olsa elinizdeki dünya klasiğini merak içinde sizinle beraber okuyup bununla yetinmeyip sayfa değiştirmediğiniz zamanlarda “E hadi diğer sayfaya geç.” bakışını atmakta hiçbir mahsur görmezler. Ülkemizdeki %4 olan kitap okuma oranının meraklı teyze evlatlarının da değerlendirilmeye alınması için  TÜİK’e gönderdiğimiz ısrar mektuplarına aldığımız olumsuz yanıtlardan dolayı % 96 arasında kaybolup gitmelerine seyirci olduğumuz gruptur. 


Bir hatırlatma; bundan sonra İncirli- Zincirlikuyu arasında sürekli sizi dikizleyen biriyle karşılaşırsanız temkinli olun. Belki de bir yazının baş rolü oluyorsunuzdur ? 


2 Aralık 2013 Pazartesi

Yastıkları ıslatan şiirler, geceye emanet eder çocukları

Bir şiir düşüyor geceye
Bir şiir üşütüyor yatağımı

Bir şiir yastığıma


"Günahları için ağlayan kim varsa 
Kanatlarıyla okşar onu melekler


Boğulmaktan hıçkırıyorum
Hıçkırmaktan boğuluyorum gece
Kalbini kalbime akıtıyorum doktor
Kalbimi dua eden ellerine bırakıyorum

..Bilmez misin,atından ayrı düşen bir vezir 
Zehir gibi çoğaltır kanında yalnızlığı


..Hoşgeldiniz.Buyrun.İşte kalbim. 
Adımı unuttuğum zamanlarda RUKNETTİN'im 
Gövdesi ihlal edilmiş bir yetimim. 
Şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim. 

Benim kalbim bir ıslahevidir doktor. 
Yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde 
Benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur 
Uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde 
Kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor 
Tıkanır,ölür metropollerde.


..Ve bir aşkı ayrılığa                                 
Yakıştırabilir misiniz doktor."




Varlığına şükür ve dua ile.


02.12.2013
02:05

29 Ekim 2013 Salı

29.10.2013



Kendi ölümümü hayal etmezsem
Bunu sizden dileyebilirim.
Ya bir içimlik sigara kadar kalsın dostlar hayatımda
Ya da ilelebet yok olsunlar karanlıkta

Böylesi hepimize iyi gelecek