28 Temmuz 2013 Pazar

Düşü(ne)meyen Adam

Sevgili Rodin;

Bu mektubu sana daha aklımı kaçırmamış olduğumu düşündüğüm saatlerde yazıyorum.
Çünkü deli ile akıllı arasındaki özgür ruh bedenimi karşı konulmaz bir delirme aşkına sürüklüyor.

Hayat hiç benim okuduğum kitaplarda ki gibi değildi oysa değil mi ?
Kitapların içinde yazılanları uzaydan mı getirdiler bilmiyorum.
Ama öyleyse uzaylılarla aramdaki kendimce kurduğum güzel bağ perçinlemiş olur.
Küçükken hep inanırdım çünkü piramitleri dünyamıza armağan olarak getirdiklerine.

Kim bilir ne çok özgür insanla karşılaştın Rodin o heykeli yapmadan evvel.
Onların karşısındaki edebinden mi sadece düşündü adamın ?
Yoksa düşünme eylemini gerçekleştiremeyen içinde kan akan damarlara inat mı putlaştırdın hayalini?
Hep cevabını duyamayacağım sorular sormak çocukluğumdan hediye olsa gerek.

Biliyor musun ben çöp adam bile çizemeyen o zavallı gruptanım.
Çöp adamın heykelini bile yapamam üstelik.
Üstelik o putları ödünç aldığım baltayla kırma konusunda da çok iyi değilim.

Kırılan putların yerine
Yenilerini koyan kim

Merak etme!
Bu sorunun öznesi olmadığını biliyorum.
Serde gevezelik var.

Mazur gör.
Hak'kı kaçan bulasın
Hak'ka kul olmayınca
Erenler eşiğinde
Yaslanıp yatmayınca

Yunus

17 Haziran 2013 Pazartesi

Köylü ve Yılan Hikayesi

Önce ağaç için bir sürü insan toplandık. Sonra mesele ağaç değil anlamadın mı sen hala diye yazılar gördüm.

Hayır ya bir dakika ağaç için gittim, yedim ben biber gazını daha sizin hiçbir şeyden haberiniz yokken diyemedim.

Anlamayacak kadar aptal mısın hala kardeşim diye sordunuz çünkü sorularınızı.
Yok aptal değilim abi buyur devam et sen dedim.

İlk gün yaşadığım zorlukları yazmıştım bundan 2 hafta önce bloğumda. Karşıma çıkan herkese de anlattım. Metronun içine nasıl biber gazı atar polis diye. Sonradan öğrendim ki biber gazını metronun içine atan polis değilmiş.

Yaşanan tüm zorulukları orada olan biri olarak anlattım, savundum.

Anarşist mi oldun kızım sen diyen arkadaşlarıma cevaben “Müslümansınız nasıl ağacı kesmeye gönlününüz razı olur.” Dedim. Hak verdiler, hiçte gucunmadan.
Sonra devam etti olaylar tüm çirkinliğiyle.

Çirkin olan polis, zor göstermeye devam etti. Gerçekten elindeki gücü kötüye kullandığını da düşünüyorum.

Sonra olaylara provokatörlerin pislikleri bulaştı. Bebek katilinin bayraklarıyla yan yana omuz omuza savunulan ideolojide benim yerim yok diye geri çektim kendimi.
Müminin en güçlü silahıdır dua. Duaya sarıldım büyüklerin çirkin oyunlarına karşı.
Sonra oturduğum yerden daha objektif bakabildiğimi fark ettim. Sahte twitter hesapları peydah oldu başörtülü kızlara ait. Her fırsatta başörtülü insanların örümcek kafalı olduğunu, onlara olan nefretlerini kusanlar şimdi birden aferin sana helal be! Diye çığırtkanlık etmeye başladı o sahte gönderideki sahte yazılara. Hesabın 3 günlük olduğuna bakmak akıllarına mı gelmedi yoksa nolursa olsun bu oyun böyle güzel diye ellerini mi kuvvetlendirdiler hala net bir cevabım yok.

Hiçbir seçimde oy vermediğim hükümete ve onu destekleyen insanlara hak, özgürlük, eşitlik, insan haklarından bahsedenler ağızlara alınmayacak küfürler sıraladılar. Cahillikle suçladılar.
“Benim de babaannem başını kapatıyor, namaz kılıyor ama …”
Bende bu savunmalarla savunmuştum düşüncelerimi lise zamanlarımda. İnançlı insanlara karşı öfkemin kendime olduğunu, kendi özüme olduğunu görmekte zorlanmışım o zamanlar.  Büyüdüm, o zamanlar küçüktüm mazur görün.

Bir arkadaşım fotoğraf paylaşmış çarşaflı teyzeleri koyun diye adlandırıp. Yanlarındaki parti bayraklarının içinde de makarna olduğu iddiasıyla. Bilmiyorum hiç çarşaflı bir insanla muhattap olup olmadığını. Benim en saygı duyduğum insanların başındadırlar. O nefsin gramı nasip olsaydı keşke. Benim hayatımda bilgisinin deniz olduğunu düşündüğüm insanlarda o koyun diye çirkince düşünmemekle suçladığı insanlardı. Yazık, çok cahilce dedim.

Küfür ettiler. Küfürlerin bana dokunan hiçbir yeri yoktu baktığın zaman ben ne desteklerim ne de onaylarım yaptığını çünkü hükümetin. Ama özgürlükten bahsedip siz ölün, siz iğrençsiniz tavrının çiğliğini ve siyaset bile olamayacak kadar aşağılık olduğunu göremeyecek kadar kör değil çok şükür gözlerim.

Bir hikaye vardır bilir misiniz sende ki bu evlat acısı bende ki bu kuyruk acısı olduğu müddetçe biz seninle dost olamayız der yılan köylüye.


Velhasıl araf kötü bir yerdir. Seçim yapmaya zorlanmak daha kötü. Allah sonumuzu hayretsin. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu bir Siyasi Paylaşım değildir!

Dün sabah ilk gaz bombasına maruz kalan insanlardandık. Meydanda beni “Nerdesin toplandık geliyoruz.” diye arayan arkadaşlarım normalde hiçbir konuda ortak paydada buluşamadığımız, her seferinde her türlü tartışmada karşı saflarda olduğumuz dostlardı.
Bunu açıklama ihtiyacı hissetmemin nedeni, hükümet başa geldikten sonra her nasılsa birden çok zengin olan sevgili arkadaşlarımız, Müslüman kimliğine bürünüp badem bıyıklarıyla her gün paramı nerede harcasam da diye düşünmekten, ahlaksızca yedikleri lüks yerlerdeki yemeklerin resimlerini paylaşmaktan, aldığı elektronik cihazların fotoğraflarını görgüsüzce paylaşmaktan, arabasının on bin kare fotoğrafını sosyal medyada paylaşmaktan ar etmeyen  “çam ağaçlarımız, provakasyonlarınız,  efendim siz anarşistlere her şey hak” olarak gören (küfür edemiyorum siz uygun kelimeyi bulun) sevgili arkadaşlarımın (!) tavırlarıdır.
Çünkü ben dün sırtımdaki çantamda limonlarımın yanında namaz elbiselerimle oradaydım. Çünkü siz küçüklüğünüzden beri içinde büyüdüğünüz İslami ortamda sürekli her şeyi bilen duyarlı Müslüman olursunuz, ben kimsenin bana öğretmediği elimde kitaplarla gezinen kendi kendine bir şeyler yapmaya çalışan bir zavallı. Konuşmaya gelince her gün tavaf eden insandan daha hacı olursunuz ama ne hikmetse bir kere camide, mescitte yanımda saf almazsınız.
Bu yazıyı yazıyorum çünkü ben dün olayların provokasyon olmadığını ve polisin nasıl sadece oturan, slogan atan insanların üzerine utanmadan “hilal taktiği” ile geldiklerini gördüm.
İnsanların eline güç verince ne kadar acımasız olduklarını gördüm.  Provoke edenin oradaki halk olmadığını terbiyesizce bize “Daha çok beklersiniz.” diyen polisi gördüm.
Metro gibi kapalı bir yerde insanların can çekişmelerini, en adi savaşlarda bile yaşlı ve bebeğe, hayvanlara zarar vermeyen canilerin orada nasıl ayrım yapmadan haince düşündüklerine şahit oldum.
Siz hala bunu çeşitli siyasetlere alet etmeye devam edin.
Kadere inandım. Ahiret gününe inandım ben.
Taksimde ve çeşitli meydanlarda yaşanan bu vahşetin sorumlularına Rabbim sorsun.
Ben hakkımı helal etmiyorum! Bu vahşeti kulak arkası yapan medyaya, bunu siyasileştirip sadece sol gruba mal eden sözüm ona Müslümanlara ve meydanda sadece kendi gruplarının olduğunu düşünüp klavye kahramanı olan antimüslümanlara.

Tarih 31 Mayıs'ı unutmaz.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

25 Mayıs 2013


Duygularımın midesi bulanıyor.
Çok karıştırırsan kusarsın demişti babam ilk içki içmeye başladığım zamanlarda.
Yavaş yavaş iç çarpar demişti. Hepsini yaptım.
Yavaşta içtim hızlı da
Hızlı içince birden dünya tüm hızıyla gondola bindirdi minik bedenimi.
Sonra karıştırdım hepsini. O zaman da midem atladı boş vagona.
Büyüyünce tövbe ettim. Çünkü içki günahtı.
Öyle demişse öyle olsun dedim.
Zaten lunaparkta hiçbir oyuncağa korkudan binemeyen sadece izleyip evine dönen çocuk olmuştum.
Çok duyguyu karıştırınca da duygularım bulandı. Acaba biraz da hızlı mı hissettim, birden başım dönmeye başladı?
Mide bulanması dünyanın en kötü şeyidir çünkü.
Çünkü mide bulanınca hayatta hiçbir şey keyif vermez.
Kussan rahatlarsın da.
O da derman olmaz yeni bulantıyı kapıda bekletir.
Aşk şarabını tattım biraz daha büyüyünce.
Sizin bildiğiniz gibi kırmızı değil berrak bir beyazdı o.
Ölümü tattım sonra bir karıncanın kocaman kırıntıyı yuvasına taşırken yakalandığı
Nefreti tattım en umulmaz yaşlarımda flashbacklerde kaybolan
Merhameti tattım hasta olduğum vakit başımda gözyaşı döken ayaklarının altı cennet olan melekte
Bir olmayı tattım aynı karında ilk besinimizi aldığımız adamın mağlubiyetinde
Dostluğu tattım karşısında utanmadan ağladığım en büyük hediyem dediğim canımdan parçalarda
Özlemi tattım daha ufacıkken beni yakalayan yaramaz oyunlarda
Duygularımın midesi bulandı sonra.
Sonra dedim ki isyan değil yanlış anlama bu söylemlerim.
Sitemim de sevgimden. Beni benden iyi bilirsin.
Elhamdülillah der daha güçlü yürürüm sen izin verdiğin müddetçe yeni açtığın yollarda.

10 Mayıs 2013 Cuma

Anna'ya Mektup -günün şerefine

Bugün de yasamız çıkmadı Anna.

Baban şimdi aramızda olsa yasama organındaki büyüklerimize oedipus kompleksinin ne menem bir şey olduğunu anlatırdı.
Belki insanın kendi sorunlarıyla yüzleşmesinin öneminden dem vurur, onları da psikoloji tarihinde önemli gelişmelere olanak sağlayan 5-6 hastasının içine dahil ederdi.

Sevgili Anna;
Baban aramızda olsaydı, kendi kendine bir şeyler yapmaya çabalayan hiçbir yetkisi olmayan “anketör” psikologların çok değer görüyorlarmış gibi kendilerini mutlu etme çabalarına hangi savunma mekanizmasını uygun görürdü merak ediyorum.

Sahi ne çok bastırdık değil mi Anna büyüklerimizin bizi yok saymalarını?
Sonra aramızdan 3-5 ukalayı çıkarttık psikiyatrların karşısında dursun diye.

-Neden psikiyatristlere karşı bu öfke? denildiği vakitte,

- Çünkü onlar bilmiyorlar ruh tahlilini. Pis onlar, kötü.  diye ilk okul seviyesinin üzerine çıkamayan yorumlar yapmaya başladılar, yine alay konusu olduk.
Bilemediler mi Anna bir psikoloğun önce kendi ruhunda ki çatışmaları çözümlemesinin gerçek bir psikolog olması için en önemli koşul olduğunu?
Hangi eğitimi almış olursan ol, hangi okuldan mezun olursan ol kendini bilmeden karşındakini çözemeyeceğini, aktarımların arasında boğulup gideceğini göremediler mi?

Freud nasıl bir babaydı bilmiyorum ama güzel adam uzaktan. Aynı zaman insanı olsaydık karşılıklı sigara bile içerdik belki. Oral dönem takılmalarımızla alay edip bir nefes daha tüttürürdük elimizde ki mereti.

Sevgili Anna,
Baban şimdi oralarda seninleyse selamını ilet. Çünkü bugün ben bir psikologcuk olarak ona çok şey borçlu olduğumuz kanısındayım.

Wundt’un kızının selamı var de. O anlar.

10.05.2013




23 Nisan 2013 Salı

Ruh'a Mercek


Bir insan sürekli kendi başarılarından bahsediyorsa, geçmişte çok ciddi başarısızlıkları olmuştur. Ve bunu ısrarla sizin yanınızda anlatma ihtiyacı doğuyorsa bilinçaltında size olan büyük bir övgü vardır aslında. Şahsi algılamamakta fayda vardır.

Bir bayan sık sık kendisinin ne kadar güzel olduğunu dile getiriyorsa benlik algısının sadece “dişilik” üzerine kurulu olduğunu ve aslında kendince “kadın”dan başka bir anlam ifade etmediğinin çığlığını atıyordur etrafındakilere. Yapmanız gereken onda var olan diğer güzellikleri de farkına varmasını sağlayıp “birey” olduğunu göstererek, bunun daha haz verici olduğunu ona anlatmaktır.

Bir insan sürekli karşısındakini eleştiriyor ve alaycı tavırlarla aşağılamaya çalışıyorsa Adler’in aşağılık kompleksi dediği oluşumu ortaya çıkmaktadır. Kişi yetiştirilirken gördüğü yetersizliklerin hıncını bir şekilde karşısındakinden çıkartmaya çalışırken ortaya traji-komik hadiseler çıkardığının çokta farkında değildir. Öyle biri tarafından gelen eleştirilerin yapmaya değil yıkmaya yönelik olduğunu kendinize anlatmanız ve olaydan karşılıklı olarak en az hasarla ayrılmanız gerekmektedir.

Kişi eğer sürekli sizi delicesine sevdiğini iddia ediyorsa, bebeklikten gelen bağlanma problemlerini sizin üzerinizden gidermeye çalışıyordur. Bebeklikte yaşadığı annenin bir gün aşırı ilgili bir gün aşırı ilgisiz tavrı bebek büyüdüğünde ve yetişkin olduğunda da romantik ilişkilerini etkilemektedir. Bu pek de onun hatası olmamakla beraber sürekli sizi sevdiğini söylemesi, karşı cinsin sineğinden bile kıskanması, her zaman kuşkulu ve güvensiz olmasına sebebiyet vermektedir. Eğer birazcık aklıselim insanlardansanız bebeklikte bu tip bağlanma yaşamış olan bireylerin “seviyorum ondan kıskanıyorum” maskelerine itimat etmezsiniz.

Bir insan sürekli kendi acılarından prim yapmaya çalışıyorsa ve sizin yanınızda sürekli “kurban” ise ona acıyarak davranmanız ona iyilikten çok, onun mazoşist ve sadist tavırlarını kamçılayan bir kırbaç olmaktan öteye geçmeyecektir.

Kişi eğer sürekli bir konuda “ordinaryüs” edalarıyla açıklamalar yapıyorsa, onun ne kadar çaresiz bir durumda olduğunu bilerek, çokta mat etmemeye çalışın. Kendi varlığını etraftaki insanlara kanıtlamak ve içinde bulunduğumuz kocaman dünyada küçük bedeniyle bir yer bulmak için olan çırpınışlarını hoş karşılayın. Çünkü altını biraz deştiğiniz zaman konuyla ilgili sadece kulaktan dolma bilgilere sahip olduğunu;  alıntılar yaptığı kitapların, konuşma içerisinde göndermeler yaptığı şairlere ve yazarlara hakimiyetinin Google bilgisinin ötesinde olmadığını fark edeceksiniz.

O yüzden etrafınızda eleştirdiğiniz, sağda solda dedikodusunu yaptığınız insanların aslında nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu fark edin lütfen. Böylece hoş görü potansiyeliniz artacak ve böyle trajik olaylara mahal vermeyeceksiniz.


Bol ruh sağlıklı günleriniz olsun.

Ecem Yılmaz