3 Şubat 2013 Pazar

Gecenin 3'ü


Saat gecenin 3’ü.
Kediler aç bırakılmaya gelmez. Mama kabını her zaman ağzına kadar doldurmak gerekir.

Sigaranın raconunu bu saatlerde de bozmuyorum.
Bir şey atıştırıp kocaman olan göbeğime inat yeme kavramının saatine aldırış etmiyorum.
Aç karna sigara içme der annem.
Aç karna sigara içmek dertli adamların işi.

-Benden adam da olmaz ki.

Bu saatte bile çalışmadığım için vicdan azabımın kölesi şeytan yalamış gözlerimle dersin başına oturuyorum.
Okuduğum tüm hastalıklar yavaş yavaş bedenimi sarıyor.

Freud’a yine küfürler sıralıyorum.
Üst benliğimle alt benliğimin dinmek bilmeyen savaşı yalnız bırakmıyor ruhumu.

Louisa Düss beni görse testini yapmaya gerek duymazdı diye geçiyor içimden.
-Pis nevrotik diye aşağılar o bile hikayelerini benden saklardı.
Ona da küfür etmeli miyim karar veremiyorum.
Yapmadığı şeyler için insanlar hor görülmemeliler diye vazgeçiyorum.

Saat 3’ü 15 geçiyor.

Disleksiler için hayat çok zor.
Kargacık burgacık harfler gözlerimi ovuştursam da yerlerine oturmuyorlar.
Harflerim hep sevdi dans etmeyi.
Yakalamaya çalışıyorum.
Yine başaramıyorum.

Son sigaramı kahvaltıya saklamalı mıyım diye düşünüyorum.
-Yarın hiç olmayabilir prenses, demişti babam.

-Prensesler küfür etmezdi, tacımı almış olmalılar.
Baba bedduası almadan son nefeslerimi çekiyorum.

Yarın sabah uyandıklarında ben olmazsam son dal sigarama bakıp iç çekmesin annem diye onu da içiyorum.
Sonra bir şarkıya dalıyor gözlerim radyoda.



31 Ocak 2013 Perşembe

31.01.2013


Yaşlıların hep söylediği şeylerin başında gelir; buralar eskiden hep ormanlıktı, şu çirkin binaları kondurmak için kıydılar hepsine.

Mina Urgan’da hayatını anlatırken özlemle ıhlamurlardan bahsedip sonra onların hüzünlü sonunu aktarmış “Bir Dinazorun Anıları”’nda.

“Gazinonun yerine apartmanlar dikmek için buldozerlerle ağaçlar sökülürken ıhlamurların köklerinden acı çeken bir insanın boğuk iniltilerini andıran garip sesler çıkmıştı.”

20’li yaşlarda olan çoğu gençten daha şanslıyım çocukluk anılarımı bolca ağacın kaplamasından ötürü.  Kocaman bir kiraz ağacı benim bütün çocukluğumun en güzel süsüdür. Dallarında dedemin kurduğu salıncaklarla, gölgesinde kendimizce arkadaşlarımızla yaptığımız pikniklerle, bütün mahalleyi doyuran bordoya çalan iri kirazlarıyla en tatlısıdır.

Topraktan gövdesine kadar beyaza boyanan ağaçlar çocukken gördüğüm resimlerde ki salt kahverengi gövdeli ağaçlarla hiç uyuşmazdı.

Her evin bahçesinde farklı farklı en iddialı olduğu meyveler vardı. Bizimkinin kirazına, iki ötedekinin eriğine, karşı çaprazın elmalarına hücum ederdik. Bazen parayla meyve almak için inat ederdim. Ananemin benim gönlümü almak için aldığı 1 kiloluk elmalar olurdu ki onlarda da bence 1 kilodan fazlasına para vermeye kıyamamasının sebebi  beğenmemesiydi hormonlu biçimsiz meyveleri.

Marketlerden alınan hiçbir meyveyi beğenmeyen ananemi hiç kınamadım bu sebepten. Çerkez kadınlarına yapışmış olan hafif bir burnu havadalıktan değil, en güzellerini dalından yemesinden kaynaklıydı asil kadının bu tavrı.

Ağaçlarla ilgili bir şeyler anlatmamdaki sebep bundan 2 hafta önce bahçedeki 40 küsür yıllık ağaçların kesilmesidir.  Sebep olan kişiyi, müsaade edenleri topa tutmak niyetinde değilim ki belediyenin kendisi gelip bu vahşeti yapmışken şikayet edecek bir organda bulamadım aslına bakarsanız. Ancak sebep her ne olursa olsun bir insanı öldürmekle ağacı kesmek arasında bir fark olmadığı kanısındayım.

Başınıza iş açan insanlara bir bakın, çoğu nefret duygusunu yüreğinde barındıranlardır. Sevgi bir insanı hayata bağlayan en güzel duyguların başındadır. Yaradana, insana, hayvanlara ve nefes alıp veren ağaçlara, çiçeklere sevgi duymayan insanların insanlığından şüphe etmek kaçınılmaz oluvermiştir benim gözümde.

Bu olayı öğrendikten sonra etrafımda kimi görürsem dayanamayıp “Caniler ağaçlarımızı kesmişler.” demekten alıkoyamadım kendimi azcık dedikoduya kayarak.

Adalete inanan ama bir şey yapmaktan aciz benliğimle yine adaletinden şüphe etmediğime bırakıyorum bu talihsiz olayı.

Ve hesap gününe kadar susuyorum.

29 Ocak 2013 Salı

Psikoloji Dünyasının Acı Gerçekleri


Bugün aslında her gün önünden geçtiğim ve şaşkınlıkla tabelasına takıldığım bir yere arkadaşıma sen kapıda bekle diyerek daldım. “Psikolojik danışmanlık ve eğitim merkez” adı altında geçen “kliniğin” kapısında vaat ettiği şeyler arasında yok yoktu.
-Çocuk ve ergen Psikolojisi
-Yetişkin Psikolojisi
-Travma Bozukluğu
-Dil ve Konuşma Bozukluğu
-Özel Eğitim
-KOÇLUK HİZMETLERİ
-Kurumsal Danışmanlık
Merhaba dedim gülümseyerek sekretere ve sekreter elindeki telefonla yüksek sesli ve bir o kadar kaba bir şekilde yaptığı özel konuşmasına devam ederek selamıma karşılık bile vermeye tenezzül etmeden galoşları giymemi beklercesine kapıdan çekilmedi. Normalde bu harekete imalı bir şekilde cevap verecek olmama rağmen hiç ters bir şey yapmadan hanım hanımcık galoşlarımı giydim ve içeri girdim.
Etrafımı incelemeye başladım ve gördüğüm manzaralar gerçekten hiçbir şekilde içeri girmeme neden olan vaatlere yakışmayan şeylerdi.
Sekreter  Hanımefendi kesinlikle benimle ilgilenmiyor ve argo tabirlerini kullanarak normalin çok üstünde sesle konuşmasına devam ederken beni hiçbir şekilde umursamıyordu. Liseden mezun olduğum yıldan beri kendi ayaklarımın üstünde durma sevdamdan çeşitli işlerde çalışmış biri olarak sergilenmesi gereken tavrın o olmadığından emindim. Müşteri, danışan ne derseniz (orası biraz iş ahlakına kalmış) karşılaştığım üslupsuzluktan çok rahatsız oldum ancak bunu kesinlikle şahsın kendisine yansıtmadım.
15 dakika kendisini beklediğimi belli etmek için gözünün içine bakmama aldırış etmeden şahsi konuşmasına devam eden hanımefendi ben orada beklediğim için değil sadece konuşması bittiği için karşısındaki kişiye neyse hasta geldi kapatıyorum dedi ve 17.dakika telefonunu kapattı.
Ben hasta değildim, terapi için oraya gitmemiştim ki danışmanlık hizmeti için bile orada bulunmuş olsam bana bu şekilde hitap eden hanımefendi bana hasta deme hakkına sahip değildi.
Normal zamanda bu şekilde( bence) saygısızca olan tavrına karşı gerekli cevapları verir ve özür dileyene kadar orayı terk etmezdim ama sırf konuşmanın devamını merakımdan oradan ayrılmadım.
Kişisel hırslarımı bir kenara bırakarak nezaketimden taviz vermeden ve güler yüzle psikoloji 3. Sınıf öğrencisi olduğumu ve stajla ilgili görüşmek istediğimi söyledim.
Biz stajer çalıştırmıyoruz dedi. Psikoloğunuz müsait değil sanırım görüyorum ki bekleyenlerde çok daha sonra görüşme imkanım yok mu dedim özellikle biraz zorlayarak. Hayır almıyoruz öyle staj mtaj için dedi. (Mtajın kelime anlamını hala bulamadım bilen varsa lütfen yardımcı olsun) Neden dedim. Biliyorsun gizlilik esas terapide dedi. (Siz siz olun size sizli hitap eden birine sakın sen diye karşılık vermeyin, anlaşılan o ki görgü kurallarından da haberi yoktu hanımefendinin) Bizde hastalarımızın(!)(Bir yerlerden Tıp diploması almış olmalı.) rahatsız olacağını düşünerek öyle bir uygulama yapmıyoruz diye karşılık verdi.
Kaşındığımdan değil de kendi kendime Uğur Dündar moduna girdiğimden olsa gerek “Peki verdiğiniz destekle ilgili bilgi alabileceğim bir broşür alabilir miyim ya da kartınızı rica edebilir miyim.” Dedim.
1.60’lık boyumla onu ne kadar ürküttüm bilmiyorum halbuki üflese uçabilirdim ama “Neden istiyorsun ki.” dedi yine SENLİ üslubuyla. Bilgi almak için dedim gülümseyerek ve ben Psikolojik Danışman Hanımefendinin kartını alarak biraz muzip bir şekilde gülümseyerek oradan ayrıldım.
Ortamdan biraz bahsetmek gerekirse bizim salondan biraz daha büyük olan dairede (ki miniciktir salonumuz) insanların ruhsal rahatsızlıkları veyahut danışmaya ihtiyaç hissettikleri için orada bulundukları tartışılmaz bir gerçekken onları karşılayan kişinin tavırları ve bencil davranışları çok çirkindi. Bahsettiğim hanımefendinin karşısındaki odada 5-6 kişi sıkış tepiş otururken ve kendi aralarında konuşurken son ses televizyon açıktı. Duvarlar çelikten olmalı terapi yapılan odaya ses gitmemesi için.
Velhasıl ben oraya staj yapmak için gitmedim, seneye mezun oluyorum ve neler yapıyormuş bu insanlar nasılmış acaba büyüklerimin işleri belki yol gösterirler belki bir fikir edinirim diye gitmiştim.
Gittim, gördüm. İş hiçte benim o mükemmel hayallerimi süsleyen cinsten değildi. İnsana değer verilmeyen bir yerde insana yardımdan söz etmek ne kadar imkansızdır oysa ki.
Dersimi aldım ben bugün. İleride bugün karşılaştığım manzaralara dikkat ederim. Bu gün yaşadığım da yanıma kar kalır.

Değer veren, verilen olmanız duasıyla.

29.01.2013 

14 Ocak 2013 Pazartesi

Ruh ve Beden


Gündüz yorulan Beden, gece tüm gün sakladığı Ruh’u açığa çıkarır.
Bu açığa çıkış Batı toplumlarında hoş karşılanmaz ve Ruh'un derin çığlıklarını görmezden gelmek için gürültülü eğlencelerin kucağında bulurlar kendilerini.
Ruhun attığı çığlıklar kalabalık ve yüksek müzik seslerinde hapsolur. Bağırsa da duyuramaz tutsak kaldığı Beden’e kendisini.
Bir süre sonra öylesine yoktur ki , vazgeçmiştir savaşmaktan ve kaderine boyun eğmiştir artık. Kulaklarını kapatır tüm ısrarlara rağmen.

-Doğu’da ruh özgürdür. Her gece bir sonraki gece gibi açığa çıkacağını bilir ve o güvenle en güzel duyguları anlatır kağıdına. En güzel besteleri, en güzel duaları paylaşır karanlıklara, karanlıkta kalmışlara inat.

14.01

17 Aralık 2012 Pazartesi

dipnot

Unutmazsak büyürüz ve daha çok acıyı kucaklayabiliriz.
O yüzdendir en büyük acıların çocukluktan kaynaklanması.
Daha çabuk büyüyelim diye.

13 Aralık 2012 Perşembe

Samimiyet


Samimiyetin en güzeli ;
-Kurban olduğum çayın çorban yok mu ?
Ben en sevdiğim beşer dediğim can abimden böyle görmüşken, “canım seni çok seviyorum” mesajlarının içinde ki anlamsızlığı sorgulamaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Psikoloji okuduğumu öğrenen akrabaların, yakın çevremin veyahut yeni tanıştığım insanların verdiği tepkiler hemen hemen aynı.
-Ooo sana bizim aileden bol bol iş çıkar. Biz de deli çok.
-Anne ben deli doktoru muyum?
Etrafımızda ki insanların akıl sağlıklarının yerinde olmamasından prim yaptığı bir yüzyıldan gönderiyorum bu yazımı size.
-Ayy ben çok mükemmeliyetçiyimdir tatlım sen beni bilmezsin.
Kendilerini davranışlarıyla değil de sıfatlarıyla tanıtma arzusunda olanlardan oldum olası rahatsız olmuşumdur.
Zamanın en kıymetli şey olduğunu düşündüklerinden olsa gerek bu söylemler. Ben de öyle düşünürdüm bundan çok kısa zaman önce.
Yine günlerden bir gün varoluş çatışması içerisinde kaybolurken abimle dertleştim her zaman ki gibi.
Bana dünyada ki en gereksiz şey nedir diye sordu.
-Para mı dedim.
Hayır dedi para değil. Biraz daha düşün.
Bir türlü cevap bulamadım kendimce felsefe yaparak bir dünya şey saydım.
-Aşk, okul, merhamet, var oluş, kıskançlık, göz yaşı, hüzün mü
-Abi ne ?
-….
Zaman dedi bana.
Her zaman haklı olduğundan emin olduğum abim bu sefer bana biraz saçmalamış gibi geldi.
-Nasıl yani?!??
Dedi ki ; zaman en kıymetsiz şeydir kızım. Bir ateisti düşün, ömrünü yıllarca boş yere harcamış biri. Sadece anlıktır kurtuluşu. Bundan öncesi hiç olmamış gibidir.
-Mantıklıydı.
Ya da görevlerini yerine getirmeye çalışan insanlar. Onlar da tek bir anda küfre düşüp bunca yıllık çabalarını küçücük zaman dilimlerin de heba edebilirler.
Konuşmamızı  Sezai Karakoç’un bir şiiriyle taçlandırdık.
Bu konuşmaya nasıl geldiğimizi düşündüm bunu paylaşırken. Yine O’ndan uzaklaşmaya başladığım, dünyada ki bütün sınavlara beni uygun bulduğundan yakındığım zamanlardan biriydi.
Gözlerim yaşlı dolaşırken, her şey boş gelmeye başladığı, (affetsin) küfre yaklaştığım, merhametinden ümit kestiğim günlerden biri.
-Sevmiyor beni abi ? Hissetmiyorum. Layık olamıyorum. Şeytanın mutlu olacağı şeyleri düşünmekten kendimi alamıyorum.
Diye başladım sözlerime.
Bir sigara yaktık, sonra bir tane sonra bir tane daha. Bir paketin ikimize az geldiği saatlerden biriydi.
-Sevdiğini, layık olduğunu düşünsen ne kadar rahat ve mutlu olurdun değil mi dedi?
Evet o zaman içimde ki huzursuzluk gidecek ve her zaman yaptığım şeyleri yapmaya devam edecektim. Sonra bir nefes daha aldık.
-Neden peki emirleri yerine getirmiyorsun kusursuzca?
Elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum dedim. Ama işte yaşıyoruz bir şekilde, vaktim olmuyor.
-Baktı, güldü, bir nefes daha çekti içine.
Anlamıştım o anda kendimi de kandırabilirdim.
Sadece kendimi belki de.
Konuşmanın devamını yazmayacağım tabii ki. Ama evet işe yaradı.
Bu özeli sizinle paylaşmamın sebebi;
-Benim niyetim iyi. O beni bilir. Sözlerinin sahtekarlığına kaptırmayalım kendimizi. Kaptırmayalım ki uğruna canımızı versek az dediğimiz için elimizden gelenin hep en iyisini yapmaya çaba gösterelim.
Ben yapabiliyor muyum ki ?
-Kesinlikle hayır. Ama belki etrafımda ki insanlarda bu hassasiyette olmaya çabalarlarsa, hep birlikte daha güzel devam ederiz yolumuza.

13.12.12

Mutluluk şimdi bir çocuk tebessümü

Bir küçük dua.