Yaşlıların hep söylediği şeylerin başında gelir; buralar
eskiden hep ormanlıktı, şu çirkin binaları kondurmak için kıydılar hepsine.
Mina Urgan’da hayatını anlatırken özlemle ıhlamurlardan
bahsedip sonra onların hüzünlü sonunu aktarmış “Bir Dinazorun Anıları”’nda.
“Gazinonun yerine apartmanlar dikmek için buldozerlerle
ağaçlar sökülürken ıhlamurların köklerinden acı çeken bir insanın boğuk
iniltilerini andıran garip sesler çıkmıştı.”
20’li yaşlarda olan çoğu gençten daha şanslıyım çocukluk
anılarımı bolca ağacın kaplamasından ötürü. Kocaman bir kiraz ağacı benim bütün
çocukluğumun en güzel süsüdür. Dallarında dedemin kurduğu salıncaklarla,
gölgesinde kendimizce arkadaşlarımızla yaptığımız pikniklerle, bütün mahalleyi
doyuran bordoya çalan iri kirazlarıyla en tatlısıdır.
Topraktan gövdesine kadar beyaza boyanan ağaçlar çocukken
gördüğüm resimlerde ki salt kahverengi gövdeli ağaçlarla hiç uyuşmazdı.
Her evin bahçesinde farklı farklı en iddialı olduğu meyveler
vardı. Bizimkinin kirazına, iki ötedekinin eriğine, karşı çaprazın elmalarına
hücum ederdik. Bazen parayla meyve almak için inat ederdim. Ananemin benim
gönlümü almak için aldığı 1 kiloluk elmalar olurdu ki onlarda da bence 1
kilodan fazlasına para vermeye kıyamamasının sebebi beğenmemesiydi hormonlu biçimsiz meyveleri.
Marketlerden alınan hiçbir meyveyi beğenmeyen ananemi hiç
kınamadım bu sebepten. Çerkez kadınlarına yapışmış olan hafif bir burnu
havadalıktan değil, en güzellerini dalından yemesinden kaynaklıydı asil kadının
bu tavrı.
Ağaçlarla ilgili bir şeyler anlatmamdaki sebep bundan 2
hafta önce bahçedeki 40 küsür yıllık ağaçların kesilmesidir. Sebep olan kişiyi, müsaade edenleri topa
tutmak niyetinde değilim ki belediyenin kendisi gelip bu vahşeti yapmışken
şikayet edecek bir organda bulamadım aslına bakarsanız. Ancak sebep her ne
olursa olsun bir insanı öldürmekle ağacı kesmek arasında bir fark olmadığı
kanısındayım.
Başınıza iş açan insanlara bir bakın, çoğu nefret duygusunu
yüreğinde barındıranlardır. Sevgi bir insanı hayata bağlayan en güzel duyguların başındadır.
Yaradana, insana, hayvanlara ve nefes alıp veren ağaçlara, çiçeklere sevgi
duymayan insanların insanlığından şüphe etmek kaçınılmaz oluvermiştir benim
gözümde.
Bu olayı öğrendikten sonra etrafımda kimi görürsem
dayanamayıp “Caniler ağaçlarımızı kesmişler.” demekten alıkoyamadım kendimi
azcık dedikoduya kayarak.
Adalete inanan ama bir şey yapmaktan aciz benliğimle yine
adaletinden şüphe etmediğime bırakıyorum bu talihsiz olayı.
Bugün aslında her gün önünden geçtiğim ve şaşkınlıkla
tabelasına takıldığım bir yere arkadaşıma sen kapıda bekle diyerek daldım. “Psikolojik
danışmanlık ve eğitim merkez” adı altında geçen “kliniğin” kapısında vaat
ettiği şeyler arasında yok yoktu.
-Çocuk ve ergen Psikolojisi
-Yetişkin Psikolojisi
-Travma Bozukluğu
-Dil ve Konuşma Bozukluğu
-Özel Eğitim
-KOÇLUK HİZMETLERİ
-Kurumsal Danışmanlık
Merhaba dedim gülümseyerek sekretere ve sekreter elindeki
telefonla yüksek sesli ve bir o kadar kaba bir şekilde yaptığı özel konuşmasına
devam ederek selamıma karşılık bile vermeye tenezzül etmeden galoşları giymemi
beklercesine kapıdan çekilmedi. Normalde bu harekete imalı bir şekilde cevap
verecek olmama rağmen hiç ters bir şey yapmadan hanım hanımcık galoşlarımı
giydim ve içeri girdim.
Etrafımı incelemeye başladım ve gördüğüm manzaralar
gerçekten hiçbir şekilde içeri girmeme neden olan vaatlere yakışmayan şeylerdi.
Sekreter Hanımefendi kesinlikle
benimle ilgilenmiyor ve argo tabirlerini kullanarak normalin çok üstünde sesle
konuşmasına devam ederken beni hiçbir şekilde umursamıyordu. Liseden mezun
olduğum yıldan beri kendi ayaklarımın üstünde durma sevdamdan çeşitli işlerde
çalışmış biri olarak sergilenmesi gereken tavrın o olmadığından emindim. Müşteri,
danışan ne derseniz (orası biraz iş ahlakına kalmış) karşılaştığım
üslupsuzluktan çok rahatsız oldum ancak bunu kesinlikle şahsın kendisine
yansıtmadım.
15 dakika kendisini beklediğimi belli etmek için gözünün
içine bakmama aldırış etmeden şahsi konuşmasına devam eden hanımefendi ben
orada beklediğim için değil sadece konuşması bittiği için karşısındaki kişiye
neyse hasta geldi kapatıyorum dedi ve 17.dakika telefonunu kapattı.
Ben hasta değildim, terapi için oraya gitmemiştim ki
danışmanlık hizmeti için bile orada bulunmuş olsam bana bu şekilde hitap eden
hanımefendi bana hasta deme hakkına sahip değildi.
Normal zamanda bu şekilde( bence) saygısızca olan tavrına
karşı gerekli cevapları verir ve özür dileyene kadar orayı terk etmezdim ama sırf
konuşmanın devamını merakımdan oradan ayrılmadım.
Kişisel hırslarımı bir kenara bırakarak nezaketimden taviz
vermeden ve güler yüzle psikoloji 3. Sınıf öğrencisi olduğumu ve stajla ilgili
görüşmek istediğimi söyledim.
Biz stajer çalıştırmıyoruz dedi. Psikoloğunuz müsait değil
sanırım görüyorum ki bekleyenlerde çok daha sonra görüşme imkanım yok mu dedim
özellikle biraz zorlayarak. Hayır almıyoruz öyle staj mtaj için dedi. (Mtajın
kelime anlamını hala bulamadım bilen varsa lütfen yardımcı olsun) Neden dedim. Biliyorsun
gizlilik esas terapide dedi. (Siz siz olun size sizli hitap eden birine sakın
sen diye karşılık vermeyin, anlaşılan o ki görgü kurallarından da haberi yoktu
hanımefendinin) Bizde hastalarımızın(!)(Bir yerlerden Tıp diploması almış
olmalı.) rahatsız olacağını düşünerek öyle bir uygulama yapmıyoruz diye
karşılık verdi.
Kaşındığımdan değil de kendi kendime Uğur Dündar moduna
girdiğimden olsa gerek “Peki verdiğiniz destekle ilgili bilgi alabileceğim bir
broşür alabilir miyim ya da kartınızı rica edebilir miyim.” Dedim.
1.60’lık boyumla onu ne kadar ürküttüm bilmiyorum halbuki
üflese uçabilirdim ama “Neden istiyorsun ki.” dedi yine SENLİ üslubuyla. Bilgi
almak için dedim gülümseyerek ve ben Psikolojik Danışman Hanımefendinin kartını
alarak biraz muzip bir şekilde gülümseyerek oradan ayrıldım.
Ortamdan biraz bahsetmek gerekirse bizim salondan biraz daha
büyük olan dairede (ki miniciktir salonumuz) insanların ruhsal rahatsızlıkları
veyahut danışmaya ihtiyaç hissettikleri için orada bulundukları tartışılmaz bir
gerçekken onları karşılayan kişinin tavırları ve bencil davranışları çok
çirkindi. Bahsettiğim hanımefendinin karşısındaki odada 5-6 kişi sıkış tepiş
otururken ve kendi aralarında konuşurken son ses televizyon açıktı. Duvarlar
çelikten olmalı terapi yapılan odaya ses gitmemesi için.
Velhasıl ben oraya staj yapmak için gitmedim, seneye mezun
oluyorum ve neler yapıyormuş bu insanlar nasılmış acaba büyüklerimin işleri
belki yol gösterirler belki bir fikir edinirim diye gitmiştim.
Gittim, gördüm. İş hiçte benim o mükemmel hayallerimi süsleyen
cinsten değildi. İnsana değer verilmeyen bir yerde insana yardımdan söz etmek
ne kadar imkansızdır oysa ki.
Dersimi aldım ben bugün. İleride bugün karşılaştığım
manzaralara dikkat ederim. Bu gün yaşadığım da yanıma kar kalır.
Gündüz yorulan Beden, gece tüm gün sakladığı Ruh’u açığa
çıkarır.
Bu açığa çıkış Batı
toplumlarında hoş karşılanmaz ve Ruh'un derin çığlıklarını görmezden gelmek
için gürültülü eğlencelerin kucağında bulurlar kendilerini.
Ruhun attığı çığlıklar kalabalık ve yüksek müzik seslerinde
hapsolur. Bağırsa da duyuramaz tutsak kaldığı Beden’e kendisini.
Bir süre sonra öylesine yoktur ki , vazgeçmiştir
savaşmaktan ve kaderine boyun eğmiştir artık. Kulaklarını kapatır tüm ısrarlara
rağmen.
-Doğu’da ruh özgürdür. Her gece bir sonraki gece gibi açığa
çıkacağını bilir ve o güvenle en güzel duyguları anlatır kağıdına. En güzel
besteleri, en güzel duaları paylaşır karanlıklara, karanlıkta kalmışlara inat.
Ben en sevdiğim beşer dediğim can abimden böyle görmüşken, “canım
seni çok seviyorum” mesajlarının içinde ki anlamsızlığı sorgulamaktan kendimi
alıkoyamıyorum.
Psikoloji okuduğumu öğrenen akrabaların, yakın çevremin
veyahut yeni tanıştığım insanların verdiği tepkiler hemen hemen aynı.
-Ooo sana bizim aileden bol bol iş çıkar. Biz de deli çok.
-Anne ben deli doktoru muyum?
Etrafımızda ki insanların akıl sağlıklarının yerinde
olmamasından prim yaptığı bir yüzyıldan gönderiyorum bu yazımı size.
-Ayy ben çok mükemmeliyetçiyimdir tatlım sen beni bilmezsin.
Kendilerini davranışlarıyla değil de sıfatlarıyla
tanıtma arzusunda olanlardan oldum olası rahatsız olmuşumdur.
Zamanın en kıymetli şey olduğunu düşündüklerinden olsa gerek
bu söylemler. Ben de öyle düşünürdüm bundan çok kısa zaman önce.
Yine günlerden bir gün varoluş çatışması içerisinde
kaybolurken abimle dertleştim her zaman ki gibi.
Bana dünyada ki en gereksiz şey nedir diye sordu.
-Para mı dedim.
Hayır dedi para değil. Biraz daha düşün.
Bir türlü cevap bulamadım kendimce felsefe yaparak bir dünya
şey saydım.
-Aşk, okul, merhamet, var oluş, kıskançlık, göz yaşı, hüzün
mü
-Abi ne ?
-….
Zaman dedi bana.
Her zaman haklı olduğundan emin olduğum abim bu sefer bana
biraz saçmalamış gibi geldi.
-Nasıl yani?!??
Dedi ki ; zaman en kıymetsiz şeydir kızım. Bir ateisti
düşün, ömrünü yıllarca boş yere harcamış biri. Sadece anlıktır kurtuluşu.
Bundan öncesi hiç olmamış gibidir.
-Mantıklıydı.
Ya da görevlerini yerine getirmeye çalışan insanlar. Onlar
da tek bir anda küfre düşüp bunca yıllık çabalarını küçücük zaman dilimlerin de
heba edebilirler.
Konuşmamızı Sezai
Karakoç’un bir şiiriyle taçlandırdık.
Bu konuşmaya nasıl geldiğimizi düşündüm bunu paylaşırken.
Yine O’ndan uzaklaşmaya başladığım, dünyada ki bütün sınavlara beni uygun
bulduğundan yakındığım zamanlardan biriydi.
Gözlerim yaşlı dolaşırken, her şey boş gelmeye başladığı, (affetsin)
küfre yaklaştığım, merhametinden ümit kestiğim günlerden biri.
-Sevmiyor beni abi ? Hissetmiyorum. Layık olamıyorum.
Şeytanın mutlu olacağı şeyleri düşünmekten kendimi alamıyorum.
Diye başladım sözlerime.
Bir sigara yaktık, sonra bir tane sonra bir tane daha. Bir
paketin ikimize az geldiği saatlerden biriydi.
-Sevdiğini, layık olduğunu düşünsen ne kadar rahat ve mutlu
olurdun değil mi dedi?
Evet o zaman içimde ki huzursuzluk gidecek ve her zaman
yaptığım şeyleri yapmaya devam edecektim. Sonra bir nefes daha aldık.
-Neden peki emirleri yerine getirmiyorsun kusursuzca?
Elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum dedim. Ama işte
yaşıyoruz bir şekilde, vaktim olmuyor.
-Baktı, güldü, bir nefes daha çekti içine.
Anlamıştım o anda kendimi de kandırabilirdim.
Sadece kendimi belki
de.
Konuşmanın devamını yazmayacağım tabii ki. Ama evet işe
yaradı.
Bu özeli sizinle paylaşmamın sebebi;
-Benim niyetim iyi. O beni bilir. Sözlerinin sahtekarlığına
kaptırmayalım kendimizi. Kaptırmayalım ki uğruna canımızı versek az dediğimiz
için elimizden gelenin hep en iyisini yapmaya çaba gösterelim.
Ben yapabiliyor muyum ki ?
-Kesinlikle hayır. Ama belki etrafımda ki insanlarda bu
hassasiyette olmaya çabalarlarsa, hep birlikte daha güzel devam ederiz yolumuza.