18 Mayıs 2015 Pazartesi

Karar vermek bir olmak işi midir yoksa intihar girişimi mi ?

Her ölüm peşine bir doğum takarken ve her inanç diğer inançları yok sayarken ölüp de dirilmekten korkmak kararsızlığın içinde boğulmamak için kulaç atmaktır belki de boşluğa.
En büyük problemlerimizdendir kararsızlık. Yeni dünya bizi her şeye sahip olma hırsına götürürken karar vermek de nerden çıktı şimdi durup dururken ? Çünkü karar vermek en büyük vazgeçiştir diğerlerinden.
Bir adamı seversin ve diğer  tüm adamlardan vazgeçersin. Bir mesleğe adarsın kendini ve tüm meslekler kapının ardında kalır. Sonra dizilere sarılırsın akşam yorgun geldiğin evinde senin vazgeçişlerini anlatan belki de. Ve belki de sırf öbür tarafı seçseydim nasıl olurdu kaygısını bir nebzede olsa azaltmaya çabalarsın. Kaygıların diner. 

“...kuşkudan değil emin olmaktan deliren
Bendim…”

“Her evet için bir hayır olmalıdır. Kararlar pahalıdır çünkü vazgeçmeyi gerektirmektedir.” der ünlü psikoterapist Irvin Yalom.

Ve genelde insanlar kararlarının sorumluluğundan kurtulmak için sürekli size iki seçenek sunarlar. Sence bu mu yoksa bu mu daha doğru? Alışverişe giderken bile yanımıza zevkine güvendiğimiz arkadaşımızı alıp sence bunu mu almalıyım yoksa bunu mu sorusunu hangimiz sormadık? Onay ihtiyacımız içimizde bir yerlerde yetinemediğimiz kendiliğimizi bir diğerinin kanatları altına alma girişimimizdir. Çünkü tek başımıza karar verebiliyorsak sonrasında gelen sonuçlara da tek başımıza göğüs gerebilmeliyiz.

Aristoteles eşit derecede çekici iki yiyecek arasında seçim yapamayan aç bir köpeği hayal etmiş ve ortaçağ alimleri Burridan’ın aynı derecede güzel kokan iki saman balyası altında açlıktan ölen eşeğini yazmışlardı.(Bağışlanan Terapi, Irvın Yalom)

Halbuki evin dışına bir adım atabilsek, mahallenin hiç de kötü bir yer olmadığını farkedeceğiz. Bir büyüyebilsek, kendi aklımızın bize yetebileceğini idrak edeceğiz der çok sevgili hocam Kemal Sayar. Ve devam eder sözlerine ; “Başımızı kaldırıp evin penceresinden bakmaya cesaret ettiğimiz gün, içimizde yeni bir kıvılcım ateşlenecek. Çocuk, kendisini evin emniyetiyle teselli edenlerin aslında onu bir zindana hapsedenler olduğunu fark edecek. Kendisine inandığında, kendisine güvendiğinde yürüyüp gidecek.”

“Olmak cesaret ister. İçimizdeki boşluktan aşağıya bakabilme cesareti. Muhakkak ki başımız dönecektir. Sendelersek uçurumdan aşağı gideceğiz. Ama bakmazsak hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz orada ne olduğunu; bizi bekleyen, bizi biz yapan şeyi.”

Kararlarınızın ardında korkusuzca durduğunuz ve tüm sonuçlara sebat edebildiğiniz nice günleriniz olsun.

20 Şubat 2015 Cuma

lal.

Üşüyen yerlerinden öpeyim seni
Rüzgarda savrulan çiçeklere inat
esen yele
geçen günlere
ve her daim açan güneşe

Adımlar karlara bulanmış olsa da
 ve o karlar içimizi dondursa da 
Ve sen her daim susuşlarımı anlasan da
Bu sefer susmalara doyduk
gel ki üşüdüğün yerlerden sarayım
gel ki sarayımda daha fazla lallar çalmasın

"Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime."



9 Kasım 2014 Pazar

Bir ölüm var şimdi yakınımızda bir çoğuna gebe

“Ölüm bize varlığın ertelenemeyeceğini gösterir. İnsan ölümle yüzleşecek kadar şanslıysa, hayatı bir imkan, ölümü de imkanın artık mümkün olmaması olarak değerlendirebilir ve hayatını son anına dek değiştirebileceğini fark eder.”
Kemal Sayar




Geçenlerde bir arkadaşımın cenazesine katıldım. Ölüm uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar yakınımıza gelmiş ve kendisini hatırlatmıştı.

Hayatta değiştiremeyeceğimiz şeyler için yapılabilecekler arasındadır; kabullenmek, alınması gereken dersleri farkına varmak ve duruma uyum sağlamak.

Cenazede uzun süredir hayatın keşmekeşinden vakit ayıramadığım arkadaşlarımı gördüm. Bizi bu sefer bir araya getiren şey ölümdü. Bir sonraki cenazenin bizimkisi olmayacağı garantisi pek tabii hiçbirimize verilmemişti.

Bir hikaye anlatılır:

Nasreddin Hoca’ya sorarlar:
-Kimsin?
+Hiç, der hoca. Hiç kimseyim.
Dudak büküp önemsemediklerini görünce sorar hoca;
+Sen kimsin ?
-Mutasavvıf, der adam kabara kabara.
+Sonra ne olacaksın?
-Herhalde vali olurum.
+Daha sonra? diye üsteler hoca.
-Vezir, der adam.
+Daha daha sonra ne olacaksın?
-Bir ihtimal sadrazam olabilirim.
+Peki ondan sonra?
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söyler:
-”Hiç”
+Daha ne kabarıyorsun be adam ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım. Hiçlik makamında.


Kıssadan hisseye lüzum yok tabii. Ancak farkına varmamız gereken bir şey var ki ölüm bir nevi hiç’lik makamıdır.

Yaşarken farkına varamadığımız, günlerce gündemini yaparak kimi zaman üzülüp, kimi zaman öfkelendiğimiz konuları getirelim şimdi gözümüzün önüne.

Şimdi bir de ölümü…

Terazinin bir kefesine ölümü diğer kefesine her gün peydah olan sorunları koyduğumuz vakit ölümden ağır bir şeyin olmadığını anlayacağız..

Diğer her şeyin ne kadar kıymetsiz olduğunu farkedeceğiz belki de. Kim bilir.


“Ölüm ki, şiirlerin en şiire benzeyeni.
Ölüm ki, kusursuz örtüşeni,
Sözle sükutun.”

Cahit Koytak

Ölümü de öldürene hamd ile.


5 Eylül 2014 Cuma

Serden geçip Can'dan geçememek

Düşünme eylemini düşünmeme ile bozuyorum
Göz karartıcı kararlar ağarıyor gecenin kalabalıklarında
Türküler yalnız o dosta çalıyor şimdi
Bizim nasibimize de düşen buymuş diye teslimiyet bayraklarını dalgalandırıyoruz
Gitme diyemeyişlerin sel olup akarken benim akarsularım çoktan bozkırlaşmış vadileri sulamış
Sıla özlemi bir yandan tutuyor yakamı
Öbür yanda dost kalbi.
Kalbin güzel mi dost ?
O kalpte olan senden de güzel mi ?
Gurbette türkü söylenir mi bilmiyorum, söylenmiyorsa ilk taşı atan en günahsız
Kalpte gurbet olmaz derler
Oraya giren bir daha gönle ırak düşmez ki
Susmaya alışkınız biz
Varsın kelimeler kalbe mızrak olsun
Varsın susuşlar damla damla ıslatsın kalabalık sokakları
Gövdesi ıslahevlerine çakılı tüm kuşlar gebe artık bize
Aynı şiire aynı ağıdı yakar mı başka bir Ademoğlu
Senin gibi bilir mi gözyaşlarımın tadını
*
Aç kalbini eskisi gibi, mahzun bakışlar bulutları silsin aradan
Yalnız olmak ağırlığında boğulurken tut ki düşmeyeyim
Korkma ben varım dediğinde omuzların ıslansın gözyaşlarımla
İndir gardını ki biz hep en güzel olmaya devam edelim.

Çünkü;

Can’ suyu olmadan ölür, yeşeremez toprakta çiçek


1 Ağustos 2014 Cuma

Hakimiyet Hakkındır

Bilgi kimisine iki hece kimisine bir ömürmüş.

Alimler bilgiye talip olup da sahip olanlardanmış. Sahip olamadık henüz demek ki talipliğimizi sorgulama vaktimiz geldi.

Modernitenin beşiğinde yıllardır sallanan bendenizin artık uyanma vaktinin geldiğini önce kendime sonra da sizlere haykırma yazısıdır bu.

Lisans hayatım sona erdi. Ve birçok yeni mezun arkadaşım gibi aynı cümleler beynimin içinde dolanıp duruyor. “Hiçbir şey bilmiyoruz!”

Şeriatla yönetilen bir imparatorluktan sonra manda haline gelmiş sözüm ona demokratik sistemin çocuklarıyız.
Sebeplerini bilmeden biat ettiğimiz, akıl akıl diye dillerinde tüyleri biten muhaliflerin akılsızlıklarına uyulan uydurma bir yol bizimkisi.

Geçenlerde bir sohbet düştü hatıralarımızın önüne. Diyordu ki orda saygıdeğer hocam "Osmanlı müderrisleri ne bildiklerini biliyorlardı, bilmediklerini de biliyorlardı. Bir şeyi biliyorum diyorsa gerçekten bilgisinin hakkını vererek kafalarda bir tek soru işareti bırakmadan izah etme kabiliyetine sahiptiler. Bir şeyi bilmiyorlarsa da büyük bir tevazu örneğiyle bilmiyorum diyebiliyorlardı."

Çağımızın hastalığı: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!”

Çarkın içinde olanlar bilir üniversitede muhatap oldukları en yükseğinin profesör sıfatıyla fütursuzca nitelendiği fikir sahibi bireyleri. Talep etmeden talebe, ilim bilmeden alim olan bir zavallı güruh.

“İki kere iki dört eder.” demiş gerçek bilgi sahibi. “Doğru cevabı çok şükür biliyoruz. Bilmeseydik yanlış cevaplar için bir ömür yetmezdi.” diye ilave etmiş.

Mutlak bilginin dışında sürekli değişen bilgiyle muhatap olmuş insanların, ömürlerince doğrudan uzaklaşıp tek gerçeğe ulaşamamaları bu sebepten kaynaklanır.

Yanlış cevapların içinde kaybolmuş, hakikatin bayrak diktiği yerden fersah fersah uzaklaşmış bir neslin mensubu olmayı reddediyorum.

Asıl mensupluktan bahsedecek olursak Necip Fazıl’ın dediği gibi:

“Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik”


Selam ve dua ile.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Deli ve Veli bir nokta kadar uzak birbirine

“Duygularımı ve düşüncelerimi, sürekli, akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalışıyorum. Başka türlü, iletişim kurmak, konuşmak, imkansız olur.” (Ayşe Şasa)

Kırbacın çıkardığı sesi işittiniz mi ?
Gaipten gelen sesleri sonra
Kahramanlık eline kılıç alıp savaş tutmak değilmiş Yar
Kahramanlık nefsini önüne alıp erkekçe döğüşmekmiş


Karanlık odaların içindeki sessizlik esir alıyor ruhumu
Ruhum ?
Çok önceleri kaybetmiştim seni
Bulabildim mi yeniden ?
Yanlışlarımı doğrulara eklesem yine de bir yol etmez sana
Mutlakı muğlağa değişmek nasıl bir ölüm

Gece ıssız

  
Gökkubbe neden alaşağı edilmiş
Yalnızlık ve ölüm neden gebe bana


Kirli emelleri var hayatın
Bir de kirli elleri

-Aynalar, bu kadar mı tuzak bana

Şimdi çıkar at tüm maskelerini hayatın
İyiliğe adım adım anılsın adımız
Küçük hesapların peşinde bir ömür geçirmek derdi mi
Sarhoşluğumuz
Yoksa büyük hesaplara çekilmek arasında kayboluşlar mı

Sorgulamadan yaşayanlara lanet etme gönül.

Bir sigara yak ve solsun külünde tüm hevesler...

03.07.2014

Deneme bir ki

Sadakatsiz ormanlar çiziyorum önce
Gökkuşağının yaslanmaktan bıktığı
Ve karanlıkların korkusuzca çığlık attığı
Samimiyetten utandığı
Kırlangıçlar mesela
Baş ağrıları sonra
Kahvenin dibini tutturan genç kızlar çiziyorum hayata
Sakallı abilerin aşık olduğu
Aşkından mecnun olduğu
Şiirler çiziyorum
Çizilmemiş mısralar
Kaybolmamış hayatlar şuracığa
Biraz kenarda boşluk kalıyor
Boşluğu siliyorum hayata

Kartpostalların gözlerinden süzülen vedalar biraz da