9 Kasım 2014 Pazar

Bir ölüm var şimdi yakınımızda bir çoğuna gebe

“Ölüm bize varlığın ertelenemeyeceğini gösterir. İnsan ölümle yüzleşecek kadar şanslıysa, hayatı bir imkan, ölümü de imkanın artık mümkün olmaması olarak değerlendirebilir ve hayatını son anına dek değiştirebileceğini fark eder.”
Kemal Sayar




Geçenlerde bir arkadaşımın cenazesine katıldım. Ölüm uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar yakınımıza gelmiş ve kendisini hatırlatmıştı.

Hayatta değiştiremeyeceğimiz şeyler için yapılabilecekler arasındadır; kabullenmek, alınması gereken dersleri farkına varmak ve duruma uyum sağlamak.

Cenazede uzun süredir hayatın keşmekeşinden vakit ayıramadığım arkadaşlarımı gördüm. Bizi bu sefer bir araya getiren şey ölümdü. Bir sonraki cenazenin bizimkisi olmayacağı garantisi pek tabii hiçbirimize verilmemişti.

Bir hikaye anlatılır:

Nasreddin Hoca’ya sorarlar:
-Kimsin?
+Hiç, der hoca. Hiç kimseyim.
Dudak büküp önemsemediklerini görünce sorar hoca;
+Sen kimsin ?
-Mutasavvıf, der adam kabara kabara.
+Sonra ne olacaksın?
-Herhalde vali olurum.
+Daha sonra? diye üsteler hoca.
-Vezir, der adam.
+Daha daha sonra ne olacaksın?
-Bir ihtimal sadrazam olabilirim.
+Peki ondan sonra?
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söyler:
-”Hiç”
+Daha ne kabarıyorsun be adam ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım. Hiçlik makamında.


Kıssadan hisseye lüzum yok tabii. Ancak farkına varmamız gereken bir şey var ki ölüm bir nevi hiç’lik makamıdır.

Yaşarken farkına varamadığımız, günlerce gündemini yaparak kimi zaman üzülüp, kimi zaman öfkelendiğimiz konuları getirelim şimdi gözümüzün önüne.

Şimdi bir de ölümü…

Terazinin bir kefesine ölümü diğer kefesine her gün peydah olan sorunları koyduğumuz vakit ölümden ağır bir şeyin olmadığını anlayacağız..

Diğer her şeyin ne kadar kıymetsiz olduğunu farkedeceğiz belki de. Kim bilir.


“Ölüm ki, şiirlerin en şiire benzeyeni.
Ölüm ki, kusursuz örtüşeni,
Sözle sükutun.”

Cahit Koytak

Ölümü de öldürene hamd ile.


5 Eylül 2014 Cuma

Serden geçip Can'dan geçememek

Düşünme eylemini düşünmeme ile bozuyorum
Göz karartıcı kararlar ağarıyor gecenin kalabalıklarında
Türküler yalnız o dosta çalıyor şimdi
Bizim nasibimize de düşen buymuş diye teslimiyet bayraklarını dalgalandırıyoruz
Gitme diyemeyişlerin sel olup akarken benim akarsularım çoktan bozkırlaşmış vadileri sulamış
Sıla özlemi bir yandan tutuyor yakamı
Öbür yanda dost kalbi.
Kalbin güzel mi dost ?
O kalpte olan senden de güzel mi ?
Gurbette türkü söylenir mi bilmiyorum, söylenmiyorsa ilk taşı atan en günahsız
Kalpte gurbet olmaz derler
Oraya giren bir daha gönle ırak düşmez ki
Susmaya alışkınız biz
Varsın kelimeler kalbe mızrak olsun
Varsın susuşlar damla damla ıslatsın kalabalık sokakları
Gövdesi ıslahevlerine çakılı tüm kuşlar gebe artık bize
Aynı şiire aynı ağıdı yakar mı başka bir Ademoğlu
Senin gibi bilir mi gözyaşlarımın tadını
*
Aç kalbini eskisi gibi, mahzun bakışlar bulutları silsin aradan
Yalnız olmak ağırlığında boğulurken tut ki düşmeyeyim
Korkma ben varım dediğinde omuzların ıslansın gözyaşlarımla
İndir gardını ki biz hep en güzel olmaya devam edelim.

Çünkü;

Can’ suyu olmadan ölür, yeşeremez toprakta çiçek


1 Ağustos 2014 Cuma

Hakimiyet Hakkındır

Bilgi kimisine iki hece kimisine bir ömürmüş.

Alimler bilgiye talip olup da sahip olanlardanmış. Sahip olamadık henüz demek ki talipliğimizi sorgulama vaktimiz geldi.

Modernitenin beşiğinde yıllardır sallanan bendenizin artık uyanma vaktinin geldiğini önce kendime sonra da sizlere haykırma yazısıdır bu.

Lisans hayatım sona erdi. Ve birçok yeni mezun arkadaşım gibi aynı cümleler beynimin içinde dolanıp duruyor. “Hiçbir şey bilmiyoruz!”

Şeriatla yönetilen bir imparatorluktan sonra manda haline gelmiş sözüm ona demokratik sistemin çocuklarıyız.
Sebeplerini bilmeden biat ettiğimiz, akıl akıl diye dillerinde tüyleri biten muhaliflerin akılsızlıklarına uyulan uydurma bir yol bizimkisi.

Geçenlerde bir sohbet düştü hatıralarımızın önüne. Diyordu ki orda saygıdeğer hocam "Osmanlı müderrisleri ne bildiklerini biliyorlardı, bilmediklerini de biliyorlardı. Bir şeyi biliyorum diyorsa gerçekten bilgisinin hakkını vererek kafalarda bir tek soru işareti bırakmadan izah etme kabiliyetine sahiptiler. Bir şeyi bilmiyorlarsa da büyük bir tevazu örneğiyle bilmiyorum diyebiliyorlardı."

Çağımızın hastalığı: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!”

Çarkın içinde olanlar bilir üniversitede muhatap oldukları en yükseğinin profesör sıfatıyla fütursuzca nitelendiği fikir sahibi bireyleri. Talep etmeden talebe, ilim bilmeden alim olan bir zavallı güruh.

“İki kere iki dört eder.” demiş gerçek bilgi sahibi. “Doğru cevabı çok şükür biliyoruz. Bilmeseydik yanlış cevaplar için bir ömür yetmezdi.” diye ilave etmiş.

Mutlak bilginin dışında sürekli değişen bilgiyle muhatap olmuş insanların, ömürlerince doğrudan uzaklaşıp tek gerçeğe ulaşamamaları bu sebepten kaynaklanır.

Yanlış cevapların içinde kaybolmuş, hakikatin bayrak diktiği yerden fersah fersah uzaklaşmış bir neslin mensubu olmayı reddediyorum.

Asıl mensupluktan bahsedecek olursak Necip Fazıl’ın dediği gibi:

“Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik”


Selam ve dua ile.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Deli ve Veli bir nokta kadar uzak birbirine

“Duygularımı ve düşüncelerimi, sürekli, akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalışıyorum. Başka türlü, iletişim kurmak, konuşmak, imkansız olur.” (Ayşe Şasa)

Kırbacın çıkardığı sesi işittiniz mi ?
Gaipten gelen sesleri sonra
Kahramanlık eline kılıç alıp savaş tutmak değilmiş Yar
Kahramanlık nefsini önüne alıp erkekçe döğüşmekmiş


Karanlık odaların içindeki sessizlik esir alıyor ruhumu
Ruhum ?
Çok önceleri kaybetmiştim seni
Bulabildim mi yeniden ?
Yanlışlarımı doğrulara eklesem yine de bir yol etmez sana
Mutlakı muğlağa değişmek nasıl bir ölüm

Gece ıssız

  
Gökkubbe neden alaşağı edilmiş
Yalnızlık ve ölüm neden gebe bana


Kirli emelleri var hayatın
Bir de kirli elleri

-Aynalar, bu kadar mı tuzak bana

Şimdi çıkar at tüm maskelerini hayatın
İyiliğe adım adım anılsın adımız
Küçük hesapların peşinde bir ömür geçirmek derdi mi
Sarhoşluğumuz
Yoksa büyük hesaplara çekilmek arasında kayboluşlar mı

Sorgulamadan yaşayanlara lanet etme gönül.

Bir sigara yak ve solsun külünde tüm hevesler...

03.07.2014

Deneme bir ki

Sadakatsiz ormanlar çiziyorum önce
Gökkuşağının yaslanmaktan bıktığı
Ve karanlıkların korkusuzca çığlık attığı
Samimiyetten utandığı
Kırlangıçlar mesela
Baş ağrıları sonra
Kahvenin dibini tutturan genç kızlar çiziyorum hayata
Sakallı abilerin aşık olduğu
Aşkından mecnun olduğu
Şiirler çiziyorum
Çizilmemiş mısralar
Kaybolmamış hayatlar şuracığa
Biraz kenarda boşluk kalıyor
Boşluğu siliyorum hayata

Kartpostalların gözlerinden süzülen vedalar biraz da

21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Kelimelerin kalbine hikmeti indiren Allah’a hamd olsun” İbn-i Arabi

Uzun zamandır konuşmamıştık doktor. Ben mi anlatmamıştım yoksa. Anlatacak başka kimselerim mi olmuştu ya da ? Kelimelerim mi çözülmüş gitmişti de bir daha bağlamak ikimize de nasip olmamıştı ?
Hikmeti kelimenin kalbine indiren ne büyük doktor. O kelimelerle kalpleri bağlayan, bağladığı gibi düğüm attıran attırdığı yerden bir kibritle yakan ve yaktığı yerden boğum boğum eden ne büyük.
Bazı anlamlara gelmiyor dedirmişti ya kelimeler için o adam doktor. Ben de susarım o zaman anlaşılmayı beklerim demişti ya. Şimdi biz susarsak kelimeler kime yar olur doktor?

-Hayır susmanın erdem olduğunu unutmadım. Aksine daha da sarılma vaktim geldi doktor. Susmaya susamışlığımı farkettim birden.

-Sizinde susmaya susadığınız oldu mu hiç?

Kendi hikayemden kaçmak istediğimde hep başkalarının hikayelerine dönerim yüzümü bunu siz demiştiniz. Sonra bir bakmışım merhemlerim etrafa saçılmış. Elimdeki kan sağa sola bulaşmış.
Susamışlıktan sonra kana kana su içmek işin edepsizliği miymiş doktor? Her yiğidin yoğurt yiyişi mi farklıymış yoksa?

-Siz de yoğurt sever misiniz doktor?

Hikmeti kalbime koydurtmak bu kadar zor mu doktor, kalbimden kelimeye taşırmak kelimeden size akıtmak çok mu zor?
Bu odaya geldiğimde orta sehpada hep bir ufak mendil kutusu. Ben ağlayayım diye mi doktor? Siz de mi ağlatmaktan keyif alanlardansınız yoksa? Ağlasa da uzatsam mendilimi demek ağlamamasını sağlamaktan daha mı kolay ?
Kırgınlığım size değil, yanlış anlaşılmasın sitemim. Kimseye bir kırgınlığım olduğu da yok aslına bakarsanız.
Süremiz doluyor değil mi ? Bizim süremiz doluyor ve ben tekrar susuyorum.
Bir gün sadece karşılıklı sussak ya doktor.

Ben şimdi gidiyorum.
Siz beni beklemeyin susa doyduğum zaman kapınızı çalarım elbet.

21.05

9 Mayıs 2014 Cuma

Şehir de bir şeyler dönüyor

Bir koşturmaca giriyor şehre.
Sadakat zırhına tırmanmış menekşeler asılı duvarda
Sümbüller etrafı kuşatmış kanatları ağır keyfiyetle
Şehir de vakit dua okunup yağmur dileme vakti
Vakit akşam ezanına yetişmeye çalışan imamın vakti
Dalgalara savaş açıp da göl de olduğunu unutan çocuğun vakti
Vakit yalancı yabanların seyre daldıkları
Ve ardından alaylanıp korna çaldıkları vakti
*
Saat geç olmuş.
Koşturmacalar yerini bulmuş
Menekşeler zırhından arınmıştı
*
Bir öğle yeli çıkıp giderken, acıdan kor olmuş kalbe iyilik gelmez
Ölümü çatlatırcasına kıskanan güneş kalmaz etrafta
“Yalnız yanlışlıkların adı konuyor
 adı konmuyor ayrılıkların”
Diyen şair kadar iyi gelmez bir kedinin tınısı
*
Şairler ölse geceler kime yanardı doktor ?
O şair ölse kelimeler kime ağlardı
*
Benim bir şiirim olsun
Adı konmamış, kafiyeleri ağıtlanmamış şiirim
Benim bir şiirim olsun doktor
Okuyana kekremsi tatlar bırakan
Tükürüğünden midesini yakan

Bir şiir.

29 Mart 2014 Cumartesi

İtiraz Manifestosu


Kelimelerin arasında boğulup dururken akan günler cevaplar kadar sapa.

Eğer bir şeyleri izah etme kudretine sahip olsaydım varlığı ve yokluğu, soruyu ve cevabı, iyiyi ve kötüyü telafiye yer bırakmadan hiç durmaksızın anlatırdım sağda solda.

Kelimelerin gücü ellerimden kayıp giderken geriye sadece acınası birtakım zavallı insana mahkum izah duygumun sömürüsü.

Kelimelerin yerini duygulara bıraktığı şu an, elimde kalem aslında çok da beceremediğim bir işe kalkışmış, hadsizliğimi doruklara taşırmış, duygularımı ifade edecek daha iyi bir yol bulamamaktan şikayetçiyim.

Şikayetçiyim; bir beyaz sayfa bir ağaç parçasını vesile ettiğim,  büyüklükleri zindan ettiğim her şey için.

Sabah saatlerinden itibaren devam eden yolculuğumun bana tattırdığı şeyleri ifade edememekten şikayetçiyim.

Ya hissedemeyenler?

Aynı satırlara aynı ağıdı yakamayanlar.

Acziyetini farkında olamayanlar

Hissetmiş insanlarla aramdaki o güzel köprüyü nakledememekten

“Seviyorum, hepsi bu.” Deyip de boğazımdan kalbime saplanan mızrağın feryadını edememekten şikayetçiyim.

Bir yerlerde aynı duyguya ayan olan insanlara “yolun yolum olsun, bana anlat, bana gel, bana düşün” diyememekten, ama bunu kalpten, kalbimin en derininden, gönlümün en köşesinden hissedip de bu hissin sadakasını verememekten şikayetçiyim.

Neden deye sorduğunda

-İşte . diye cevap verememekten, kelam ilmine talip olup da sahip olamamaktan şikayetçiyim.

Gönlümdeki fırtınayı aşka akıtmağa çalışıp da boş sayfalara gevelemekten şikayetçiyim.

Nazar ettiğimin güzelliğini bir basit, eksik, kokuşmuş “güzel” sıfatıyla betimlemeye çalışmaktan

Onlar sorgulamadan yaşıyor diye, onlara tahammül edememekten şikayetçiyim.

Sıradan hayatlara dokunamamaktan şikayetçiyim

Ve tüm bunları bana hissettirdiğin, yazamasam da kalem oynattırdığın, oynatamasam da –mış gibi yaptırdığın;

Tüm bu isyanın, benliğimin çaresizliği olduğunu arada bir de olsa kabul ettirdiğin;

Ve tüm bu intiharlara rağmen içimdeki Sen’i almadığın için

Hamdedenlerdenim.

Hamdedenlerdenim,

Zerre yapamasam da akıl ve kalple ulaşmağa çabaladığım onca şeyi önüme serdiğin, karşıma çıkardığın, kafalardaki soru işaretlerinin peşine düşmemi sağladığın,
Ve ben ne kadar debelensem de anlatmaya çabalayıp hiçbir şey beceremesem de kalbimi okuduğun için.
 
28.03.2014

 

6 Şubat 2014 Perşembe

Gel bir sigara da benim için yak


Burnumun bir nefeslik borcu var henüz
Çekmesi gereken bir nefes güle ihtiyacı var
Senin ellerin hiç gül kokar mı baba?
Güller başkentinden bir demet batar mı parmaklarına da kanar mı
Senin gözyaşların hiçbir yaprağın üzerine damlar mı
Aşkın ile aşıkları inletir mi davudi sesin

“Sevdiğimi demez isem sevmek derdi boğar beni”
Der Yunusum

Hiç sevme deryasında boğuldun mu baba?
Gülleri kıskandın mı hiç?

Bugün karnımızı doyurmasak da gönlümüzü beslesek ya dalgaların sesiyle
Ey koca çınar aynı gökyüzünü paylaşsak da yak beni paylaşmasak da
Dedin mi baba
Gözlerinin içine bakar dururken o yarin

Ey yerlerin ve göklerin sahibi
Tut elimden gelem yanına
Türkülerde  defolsun gitsin sonra
Sevdalarda
Diyebildin mi hiç?

Sevdalık ağır yüktür baba
O yükü omuzlarında taşıyamaz oldun mu

Minareyi kılıfsız mı kaçırdılar baba
Yoksa kılıfı evde mi unuttular

Sözler ne boş baba
Gözler ne dolu

Ciğerini dağlar mı seninde gökyüzünü inleten çağrılar
Çağırdıklarında hep erteler misin baba
Siz gidin ben arkanızdan gelirim der de, gider misin?
Sabilerle aynı safta alır mısın yerini
Yerini mi dolduramaz koca yüreğin yoksa

Koca yürekli koca çınar mısın baba
Dalgalara kasırga mı
Kanayan güllere çağrı mısın yoksa

Senin hiç kızın oldu mu baba?
Saçları sarmaşık güllerini andıran
Düğüm düğüm kesilen nefesin
Bozgunları andırdı mı
Celalin dindirdi mi gönlün melodisini

Sorular mı zor baba
Cevaplar mı
Ben bulamadım
Boşver sen bunları
Gel gökyüzünü kucaklayalım

Belki merhamet edilir sevdaya